Küreselleşmeyle birlikte hayatımıza giren ve tüm dünya ile birlikte kutladığımız bazı özel günler vardır. 1961 yılından itibaren sadece ülkemizde 10 Ocak’ta kutlanan ‘Çalışan Gazeteciler Günü’ bunlardan sadece biridir. Çünkü özel ve zor meslektir gazetecilik. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin, 1998 yılında yayınladığı ‘Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumlulukları Bildirgesi’ne göre gazeteci; “Düzenli bir şekilde, günlük yahut süreli bir yazılı, görüntülü, sesli veya dijital basın ve yayın organında, kadrolu, sözleşmeli ya da telif karşılığı, haber alma, işleme, iletme ve görüş, fikir belirtme görevi üstlenen kimseler” olarak tarif edilmiştir. Tabi ki bu işin resmi tarifi. Aslında gözde mesleklerin başında gelir gazetecilik. Her yere girip çıkmaları, hemen her konuda söyleyecek bir sözleri olması ve toplumun her kesimine ulaşabilmeleri dolayısıyla hemen herkesin içinde bir gazeteci olma hevesi vardır. Hal böyle olunca eline kalemi, fotoğraf makinasını ya da akıllı telefonu alan da gazeteci oluyor, yıllarca okul sıralarında dirsek çürütüp işi mektebinde öğrenen de, bu işi meslek edinip gazeteci büyüklerinin tecrübelerinden istifade ederek kendini yetiştiren de… Her ne şekilde olursa olsun kendini bu mesleğin bir ferdi olarak gören herkesin uyması gereken ve hiçbir zaman unutmaması gereken ‘Basın Meslek İlkeleri’ vardır. Kamusal bir görev olan gazetecilik, ahlaka aykırı özel amaç ve çıkarlara alet edemez. Kişileri ve kurumları eleştiri sınırlarının ötesinde küçük düşüren, aşağılayan veya iftira niteliği taşıyan ifadelere yer veremez. Soruşturulması gazetecilik imkanları dahilinde olan haberleri, araştırmadan, doğruluğuna emin olmadan yayınlayamaz. Yayınlarında hiç kimseyi; ırkı, cinsiyeti, yaşı, sağlığı, bedensel özrü, sosyal düzeyi ve dini inançları nedeniyle kınayamaz, aşağılayamaz. Bir meslektaşının veya basın organının özel çabalarla gerçekleştirdiği bir haberi, bir yazıyı kendi ürünüymüş gibi kamuoyuna sunamaz. Ajansların servis ettiği haberleri ve özel ürünleri kullanırken kaynağını belirtmeye özen gösterir. Bilerek veya bilmeyerek servis ettiği yanlış yayınlardan kaynaklanan cevap ve tekzip hakkına her zaman saygı duyar ve gereğini yerine getirir. Mesleğinin hakkını verebilmek için bin bir zorluğa göğüs geren gazeteciler her gün yeni bir haberde, yeni köşe yazısında adeta doğum sancısı çekerler. Her gün yenilenen bu sancı, eserinin ortaya çıkmasının ardından tarifi mümkün olmayan bir mutluluğa dönüşür. Ancak kimse bilmez o eserin ortaya çıkış sürecinde gazetecinin neler yaşadığını, nasıl emek harcadığını, niyet okuyucularını dahi incitmemek için kelimeleri özenle seçip cümlesini nasıl kurduğunu. Çünkü gazeteciler tuzu kuru insanlar olarak bilinir. Onlara göre iki fotoğraf çeker, iki satır da yazı yazar, hem bedavadan para kazanır hem de herkesin takdirini. Aslında göründüğü kadar kolay olmayan zor bir mesleği icra eden gazeteciler, bir yönüyle de toplumun önemli kanaat önderlerindendir. Zira kendini akil zanneden, seçilmiş gören, toplum üstü bir konuma sahip olduğunu zanneden çoğu kimsenin ağzına almaya bile cesaret edemediği ya da sadece dedikodu ortamlarında konuşup, muhatapları karşısında dillendirmeye cesaret edemediği konuları bile kamuoyu önünde konuşan, hatta yazıya dökerek kalıcı kılan, doğruya doğru, yanlışa yanlış diyebilendir gazeteciler. Diğer yandan vefasızdır gazeteci, vefasızlığa zorlanmıştır. Mesleği uğruna eşine, çocuğuna, ailesine vefasızdır. Ailesine ayıracağı zamanı da mesleği için kullanır, ömrünü tüketir, imkansızlıklar içinde doğrunun peşinde koşar iki satır yazı yazabilmek için. Bir yazı yazar, bir haber yapar, yaşadığı kentin, ülkenin gündemini değiştirir bir anda. Tarifi mümkün olmayan bir duyguyla sevinir. Coşkusunu, sevincini yere göğe sığdıramaz. Ancak sevinci uzun ömürlü değildir. Çünkü vefasızlık yakasına yapışmıştır bir kere. En iyi gazeteci bilir eserinin değerinin en fazla bir gün olduğunu. Bilir ki emeğinin karşılığı bir ‘teşekkür’ ya da ‘eline sağlık’ bile değildir çoğu zaman. Bunu çok iyi bildiği için de yaptığı işi kimseye beğendirmek için yapmaz gazeteci. Toplum yararına çalıştığı için hep doğruları aktarmak için çaba harcar. Olumlu konularda yapılan her haberde, yazılan her köşe yazısında muhatapları üstünkörü teşekkür eder. Çünkü yazılanlar nevi şahsına münhasır zatların büyük başarılarıdır. Suizan tayfası çoktan devreye girmiştir bu noktada. Onlara göre yazılan ne olursa olsun gazetecinin menfaat beklentisi vardır. Bu menfaat maddi değilse bile kendini ön plana çıkartmak istiyordur. Yapılan güzel bir işi, toplum yararına olan bir hizmeti yazmak bir gazeteciyi nasıl ön plana çıkartıyorsa artık. Hele olumsuz bir tek cümle yazmaya görsün anında yer şamarı. Hiç kimse ya da hiç bir kurum özeleştiri yapma ihtiyacı bile duymaz. Çünkü her zaman günah keçisidir gazeteci. İnsan bile değildir çoğuna göre… Kamuyu ilgilendiren her konu üzerinde kafa yoran, sorunları irdeleyen, her kesin sorununa çözüm arayan gazeteci bir gün olsun mesleğinin, meslektaşlarının sorunlarını dile getirmez. Çünkü çelik gibidir gazeteci, hastalık nedir bilmez. İklim koşullarına en dayanıklı yaratıktır. Kar, kış, yağmur, sıcak dinlemez. Hastalık halinde, en sevdiği kişi yerde cansız yatarken, anasının, babasının, eşinin yanında olması gerektiği durumda bile gazeteci gibi davranmak zorundadır. Mesai kavramı yoktur. 7 gün 24 saat çalışır, telefonunu kapatamaz, izni yoktur, gezemez, eğlenemez. Çünkü tanık olduğu her konuya gazeteci gözüyle bakmak zorundadır. İşte bu yüzden özeldir 10 Ocak.  VE SON SÖZ: Bu güzide mesleği bir maske olarak kullanmadan, vatan hainliğine araç etmeden, kişisel hırs ve ihtiraslarına alet etmeden, çıkar aracı haline getirmeden, basın meslek ilkelerine sadık kalarak, kamu görevi bilinci içinde bir kanaat önderine yakışır şekilde icra eden tüm meslektaşlarımın 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Gününü kutlar, sağlık, mutluk ve esenlikler dilerim. Nurettin Dal