-IV-
Derler ki, siyasetin bir tanımı da “hakikati” değil, fakat “münasip/uygun” sözü söyleme sanatıdır. Felsefî ahlâk(ehtik)’taki adı ise,“konformizm”... Malûm, bunun zirvesi diplomasi dili. Bozbeyli kendi siyasî hayat ve tecrübelerini anlatırken İsmet Paşa’dan, sık sık da Süleyman Demirel’den bu dile dair örnekler verir. Bir iki yerde, “Demirel, doğruyu konuşmak yerine münasip lâf etmeyi daha iyi bilir” der. Bozbeyli’nin TBMM. Başkanlığı döneminde yaptığı Moskova ziyaretinde bu dili kullanmak zarureti, kendi başına da gelir. Çünkü hiç aklında yokken Sovyet Meclisi “Duma”da konuşmasını isterler, kabul eder. Hazırlıksızdır. Burada Türkiye’de yanlış anlaşılmayacak “münasip bir lâkırdı” bulmak zorundadır. Bir akşam hazırlanır, iki yerde “alkışlanacak sözler” bulur. Meclis Başkanı olarak “Sizleri ‘saygıyla’ selâmlarım” dese Türkiye’de yanlış anlaşılabilir. (Aslında bir millet ve onun meclisine saygı duymayı tabii gördüğü hâlde ayıbı göze alır.) Ertesi gün, “daha münasip” bir kelimeyle söze başlar, “Yüksek heyetinizi ‘hararetle’ selâmlarım!” der. Ama özetle, bir hayli “hakikat” ifade eden şu cümlelerle devam eder: “Sizlerle komşuyuz. Komşuluğumuzun çatık kaşlar, öfkeli bakışlarla geçmesine taraftar değiliz. İsteriz ki, birbirimize daha güvenerek, iyi komşuluk ilişkileri kuralım. Büyük bir devletle komşu olmak çok zordur. Büyük devlet komşusunu korkutur. Siz de bizi korkutuyorsunuz. Korkan insan ittifak arar, NATO’ya niye girdiniz diye bize sormayın. Yine korkutursanız, yine ittifak ararız.” Konuşma bittikten sonra Devlet Konseyi Başkanı Podgorni odasına dâvet eder ve “Konuşmanız çok etkileyiciydi. Ama Kars’ı Ardahan’ı biz istemedik. Onu Stalin istemişti” der. Bozbeyli şehirlerin adlarını anmamıştır oysa, “bizi korkuttunuz” sözünü Podgorni öyle anlamış. Bozbeyli bu defa hem “hakikat” kabilinden taşı gediğine koyar, hem de bir “münasip söz” daha bulur: “Sizin rejiminizde bir gün bir başka Stalin gelip gelmeyeceğini ben tahmin edemiyorum. ‘Keşke herkes sizin gibi’ olsa!..”
Yazı sınırlarını aştığı için bu örnekleri daha fazla çoğaltmak istemiyoruz.[1] Ancak, sonuç olarak Ferruh Bozbeyli’nin, gerek yetiştiği ortam itibariyle, gerek genç yaşta edindiği kültürel birikim ve idealizmi sebebiyle, bizzat kendimizin de içinde yaşadığımız o günün Türkiye’sine “hayli fazla gelen bir siyasetçi” olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. (Bugünün Türkiyesi’nde olsa fazla gelmez miydi? Takdir sizin!..) Girdiği ve yirmi yıla yakın içinde yaşadığı siyasî ortamlarda yer yer şahit olduğu zorbalığın, en yakın arkadaşlarından dahi gördüğü vefasızlığın, hak-hukuk ve demokrasi yerine “ne pahasına olursa olsun başarı” arayışının, yetenek ve birikimleri çerçevesinde herkesi hizmete koşturmak yerine hizipçiliğin, özellikle de hakikati ifade yerine “münasip söz söyleme”nin alışkanlık hâline getirilmesi, onu siyasetten uzaklaştırmıştır. Eh, kendisinden yaklaşık yirmi yıl sonra, yaşadıkları benzer tecrübelere bakarak “siyaset zâlimdir” diyenler, boşuna söylememişler!..[2] O yüzden yukarıda, böylesi bir şahsiyetin siyasete girmesinin “talihsizlik” olduğunu söyledik. Ama o şatlarda bile onun, gerek insan olarak gerek siyasetçi olarak, erdemsiz siyaset yapmaktansa siyaseti fedâ etme yoluna gittiğini kesinlikle söyleyebiliriz.
Ruhu şâd, mekânı cennet olsun!...
(SON)
[1] Onun hakkında yayımlanan ve çalışmamızda bizim de esas aldığımız şu eseri tavsiye ederiz: İhsan Dağı, Fatih Uğur (Hazrlayanlar), Yalnız Demokrat, Ferruh Bozbeyli Kitabı, Timaş yay. İst. 2009 (415 s.).
[2] Bkz: Ezel Erverdi, Siyaset Zalimdir – Aydın Menderes’le Bir Parti Tecrübesi- Ülke Yayınları, İstanbul, 2016.(631.s)