Dünkü yazımda ifade ettim Amellerin Kurdu Riya olduğunu…
Peki İbadetlerdeki Riya nedir bu yazımda da onu sizlere ifade edeceğim;
İmam Gazalî rh.a., ibadetlerde olabilecek riyayı birkaç grupta incelemiştir.
Buna göre en ağırı, ibadetinde zerre kadar sevap niyeti taşımayan kişinin riyasıdır.
Normalde ibadetle alakası olmadığı halde, sırf sevdiği kızı dindar olan ailesinden alabilmek için bir anda kırk yıllık sofu kesilen sahtekârın hali bu duruma en açık örnektir.
Böyle yapan kişi hiç değilse muradına erdikten sonra ibadete devam etse!..
Böyle biri hem insanları hem Allah’ı kandırmak gibi bir ahmaklığa prim verdiğine göre ahirette durumu ne olur acaba?
Riyanın bir diğeri, yaptığı ibadetlerde az buçuk Allah rızası gütmekle beraber daha çok desinler kaygısı taşıyan kimsenin halidir. Bunlar birilerinin kınamasından korktukları ya da menfaat göreceklerini bildikleri zaman ibadetlerini yapar, yalnız kaldıklarında terk ederler.
Bir öncekinden farkları, ibadet esnasında arada bir de olsa Allah’ı hatırlamalarıdır.
Bu kişilerin, günah bakımından birinciye yakın olduğu söylenmiştir.
Üçüncü kısım, yaptığı ibadetlerde hem Yaradan’ın hem de yaratılanın rızasını eşit düzeyde isteyen kimsenin riyasıdır.
Bu kimse amelleriyle hem Allah’ı hem kulları razı etme sevdasındadır.
İkisinden biri eksik olsa ameli terk eder.
Alimlerimizin kavline göre, kişi bu niyetle yaptığı amelinden fayda görmese de zarar da görmez.
En kötü ihtimalle günahı kadar sevabı olur.
Riyanın dördüncü ve son kısmı, ibadetlerini her halükârda Allah için yapmaya çalışan, fakat insanlar duyup görünce de hoşnut olan, bu şekilde daha bir gayrete gelen kimsenin halidir.
İmam Gazalî rh.a. bu gruptaki riyakârların durumunu Allah’a havale etmekle birlikte, kendi kanaatini şöyle açıklıyor: “Bize göre böyle birinin durumu, sevabının kökünden yok olmayacağı ama azalmış olacağı ya da riyası nispetinde azap, ihlâsı nispetinde sevap göreceği şeklindedir.” (İhya)
Bir Samimi Olabilsek
Yapmacık hareketlerin onay gördüğü, ikiyüzlülüğün sanat haline getirildiği, riyadan kaçınmanın adeta iğne deliğinden geçmek kadar zor olduğu bir dönemde bulunuyoruz.
Böyle bir zamanda riya illetine bulaşmak ne kadar kolaysa, ondan kurtulmak da bir o kadar zordur.
Bir yandan da amellerin niyetlere bağlı olduğu, Cenab-ı Hakk’ın ihlâs ve samimiyeti sevdiği de apaçık ortadadır. O halde bu illetten bir an önce kurtulmak gerekir.
İslâm alimleri bu manevi hastalığın tek ilacı olarak ihlâsı göstermişlerdir.
İhlâs, yani kulun amel, ibadet ve davranışlarını, sadece Allah Tealâ için yapması hali.
Yani Allah’a samimiyet…
Riyayı bir tür zehir olarak düşünecek olursak, diyebiliriz ki ihlâs onun panzehiridir.
Fakat mühim olan çareden ziyade, böyle bir panzehiri içmeyi kabullenmenin zorluğudur.
Zira vücuda yararlı her ilaç gibi ihlâs şurubu da kişiye acı ve zor gelir.
Sabır ve dirayet gerektirir.
İhlâsa ulaşmak için kişiyi riyakârlığa sevk eden, övülme tutkusu, yerilme kaygısı, rızık korkusu gibi bir dizi zararlı huydan vaz geçmek gerekir. Bilinmelidir ki her şey Alah’ın elindedir.
Kul gözüne girerek hedefe ulaşmayı ummak yerine, mülkün asıl sahibi olan Allah’ın gözüne girmeye çalışan kişiyi Allah diğer kulların sevgi ve ilgisine de mazhar kılar.
Zor gözüken işlerini kolaylaştırır. Sevap da Günah da Gizli…
Öte yandan, yapılan nafile amel ve ibadetleri gizlemek, başkalarına söylememek, kazara gören olmuş ve övmüşse bu övgüye layık bir şey yapmadığını düşünmek gerekir.
Kaynak kitaplarımızda, “Selef-i Salihîn” denen İslâm’ın ilk dönemlerinde yaşamış büyük zatların sadakalarını ve başka iyi amellerini halkın gözünden ısrarla gizledikleri kaydedilir.
O derece ki, içlerinden bazıları yardım edecekleri şahıslar tarafından dahi tanınmasınlar diye özellikle gözleri görmeyen fakirleri tercih etmişlerdir. Bazıları da yapacakları yardımı fakir kişi uyurken, gizlice ceplerine koyuvermişler.
Osmanlı’daki sadaka taşları benzer hassasiyetin sonucudur. Sadaka vermek isteyen kişi daha çok gecenin bir vakti gider, yapacağı yardımı taşın oyuğuna bırakıverirdi. Muhtaç kimse de bu taşlara gider, ihtiyacı olan kadarını alırdı. Böylece ne yardım eden bilinirdi, ne yardım gören…
Hatta anlatıldığına göre bu taşlar öyle ince bir düşünceyle tasarlanmış idiler ki, kendilerine uzatılan elin yardım koymak için mi, yoksa yardım almak için mi girdiği anlaşılmazdı.
Bu arada, riyaya girerim korkusuyla amel ve ibadet yapmamak şeytanın hilesidir. Bu sebeple “farz ibadette riya olmaz” da denilmiştir. “Riyaya girmekten korkuyorum” bahanesine sığınarak amel ve ibadetten kaçmak yerine, ihlâsla yapacağım istek ve telkiniyle hareket etmek gerekir. Bir şeyi istemek onu elde etmenin yarısıdır, bu da bilinmelidir.
İmam Rabbanî k.s. Hazretleri ihlâs iksirinden yudumlamayı kolaylaştırmak için tasavvufî terbiye altına girmeyi öneriyor. Bir mektubunda diyor ki: “İlim ve amel kitaplardan alınır. İlim ve amele göre ruh sayılan ihlâsın elde edilmesi ise sûfilerin yollarına girmeye bağlıdır.” (Mektubat, 59. Mektup)
Son olarak; riya hastalığından şifa bulmak için bütün bu tedbirlerin yanı sıra, sevgili Peygamberimiz’den gelen şu duayı da ihmal etmemelidir:
“Allahım, kalbimi nifaktan, amelimi riyadan temizle -âmin.”
Kalın Sağlıcakla…