Günümüzde her şeyden daha çok, Allah'a karşı vazifesiniyerine getirme şuuruyla gerilmiş mes'uliyet nesillerine ve topluma rehberolabilecek ideal insanlara ihtiyaç var.
İnsanlığı, birkaç asırdan beri içinde bocalayıp durduğu ilhad.
cehalet, dalâlet ve anarşi gayyalarından kurtararak,İmana, irfana, istikamete ve huzura ulaştıracak ideal rehberlere. Hemen herbunalım döneminde, dinî, fikrî, içtimâî, iktisâdî ve ahlâkî buhranlarlakıvranan yığınlara ışık tutmuş, insan, kâinat ve topyekün varlığı, hattâvarlığın perde arkasını yeniden yorumlamış, duygu ve düşüncelerimizdekitıkanıklıkları açmış bu cins dimağlar sayesinde, şimdiye kadar insanoğlu ellidefa kefeni gömlek yapmış.. elli defa eşya ve hâdiseleri yeni baştan yorumlamış..sığ mantıklar nazarında renk atmış, matlaşmış ve abes rengini almış varlıkkitabını yeniden bütün derinlikleriyle hem de duyarak, hissederek bir mûsikigibi seslendirmiş.. bir meşher gibi temâşâ edebilmiş.. bütün eşyayı fasılfasıl, paragraf paragraf tahlile tâbi tutup kâinatın ruhundaki gizlihakikatleri ortaya çıkarmıştır.
Bu kutluların mazhar oldukları en önemli hususiyetleri,imanları ve bu imanları başkalarına duyurma gayretleridir. Bu iman vegayretleri sayesinde onlar, her şeyi aşıp Allah'a ve gerçek huzuraulaşabileceklerine, dünyayı cennetlere çevirip ötelerde de otağlarınıfirdevslere kurabileceklerine inanır ve akıbetlerinin zevkiyle hayatı da.hizmeti de âdeta cennet yamaçlarında seyahat ediyor gibi duyarlar.
Aslında, imanın derecesi ne olursa olsun, hiçbir sistem,hiçbir doktrin, hiçbir felsefe onun insanoğlu üzerinde olumlu müessiriyetinedenk bir tesir ortaya koyamamıştır. İman, kendi çerçevesiyle bir insanıngönlüne girince, o kimsenin kâinat, eşya ve Allah hakkındaki düşünceleribirdenbire değişir, derinleşir ve bütün mevcudâtı bir kitabın sayfaları gibiçevirip değerlendirebilecek bir genişliğe ulaşır. O güne kadar şöyle-böyleçevresinde görüp fakat alâka duymadığı, hattâ cansız ve mânâsız bulduğu bütüneşya birden canlanır, birer dost. birer arkadaş şekline bürünür ve şefkatle onukucaklarlar. Bu sımsıcak atmosferde insan kendini, kendi kıymeti ölçüsündeduymaya başlar.. varlığın şuurlu biricik parçası olduğunu idrak eder.. kâinatınsahife ve satırları arasında kıvrım kıvrım uzayıp giden yolların sırrına erer..eşyanın perde arkasına dair esrarı sezer gibi olur.. derken, üç buutlu mekânındar mahbesinden kurtulur ve kendini sonsuzun enginliklerinde bulur.
Evet her mümin, imanının derecesine göre her zamanbenliğinin derinliklerinde köpürüp duran düşünceleri sayesinde, sınırlılığıiçinde sınırsızlaşır, zaman ve mekânla mukayyetken, kayıtsızlığın üveyki halinegelir, mekân üstü varlıkların safına ulaşır ve meleklerden nağmeler dinler.Başlangıçta bir damla sudan, karmakarışık gibi görünen bir bulamaçtan yaratılanbu küçük görünümlü büyük yaratık, ruhundaki ilâhî nefhanın inkişâfına zeminhazırlanabildiği ölçüde, inbisat eder; yere-göğe sığmayan, önü-sonu olmayan veiki kutup arasındaki kemmiyete denk keyfiyetlere ulaşan aşkın bir varlık halinegelir. Bizim aramızda dolaşır, bizimle oturur kalkar; ayakları ayaklarımızıbastığımız yerde, başı da başımızı koyduğumuz secdegâhdadır ama o, başıylaayaklarını aynı noktada bir araya getirdiği ve bir halka haline geldiği secdeyikurbet yolunda bir rampa gibi kullanır ve bir hamlede Allah'a en yakın olmaufkuna ulaşır.. ruhanîlerle aynı semâlarda kanat çırpar ve dünyevîliği içindeuhrevîler gibi yaşar. Böyle bir gönül, insanî duygularının gelişmesi,genişlemesi nisbetinde her zaman ferdiyetini aşar; âdeta küllîleşir ve bütüninananları kucaklar.. herkese el uzatır.. ve topyekün varlığı en içtenduygularla selâmlar. Karşılaştığı her şeyde ve herkeste ilâhî tecellîlerdenrenkler görür, desenler temaşa eder ve sesler dinler.. her zaman değişik birfrekansta göklerin "hayhuy"u ile murakabeye dalar; meleklerin kanatseslerini duyar gibi olur.. yıldırımların ürperten tarrakalarından kuşlarıninşirah veren nağmelerine, denizlerin mehâbetli dalgalarından ırmaklarınsonsuzluk duygulan uyaran çağıltılarına, tenha ormanların büyülü iniltilerindengöklere baş-kaldırmış gibi duran şahikaların heybetli edâlarına, yemyeşiltepeleri her zaman okşayıp geçen sihirli meltemlerden, bağlardan, bahçelerdentaşıp her tarafa yayılan baygın râyihalara kadar çok geniş bir güzellikler atlasınıgörür, duyar, dinler ve "meğer hayat buymuş" der bütün eşya ile.eşyanın ruha benzeyen manâsıyla o da gürler; soluklarını, dualarla, tesbihlerlegerçek değerlerine ulaştırmaya çalışır.
Her zaman başı yerde, gözü bir nigâh-ı aşinabeklentisiyle hep kendisine açılacağı ümidini taşıdığı kapının aralığında;ümitle gözlerini açar-kapar.. iştiyakla kapının arkasını kollar.. gaybetin vegurbetin savulup gideceğini, huzurun ve kurbetin bir sekine gibi gelip ruhunusaracağı eşref saatleri bekler.. ruhundaki vuslat arzusuna cevaplar bulmayaçalışır.. bazen hep uçarak, bazen de yerlerde sekerek, herkesle ve her şeyleiçli dışlı O'na doğru koşar durur. Her konakta yeni bir vuslat gölgesiyle"şeb-i arûs" yaşar.. her dönemeçte ayrı bir hasret ateşini söndürürve aynı anda yeni bir kıvılcımla tutuşur, yanmaya başlar.. kim bilir, kendinigünde kaç defa "üns" esintileriyle kuşatılmış bulur ve kaç defa buvâridâtı duymayanların yalnızlıkları ve acıklı halleri karşısında burkulur.