Türkiye, geçtiğimiz günlerde Mersin’de hizmete açılan ‘Şehir Hastanesi’ ile yeni bir döneme girdi. Hastanenin açılışını gerçekleştiren Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, “Bu hastaneye girdiğiniz zaman Allah'ın izniyle içeride moderniteyi göreceksiniz. Burada insan olduğunuzu hatırlayacaksınız. Devletim bana sahip çıkıyor diyeceksiniz” dedi. En ileri teşhis ve tedavi teknolojilerine sahip cihazları, gelişmiş laboratuvarları ile vatandaşa yani insana hizmet verecek olan Mersin Şehir Hastanesi ile ilgili teknik bilgiler verecek değilim. Hastaneyle ilgili detaylar günlerdir başta haber bültenleri olmak üzere yazarların köşelerinde ve sosyal medya da sıkça konuşuldu, yazıldı, çizildi. Sayın Cumhurbaşkanımız, açılış töreninde çok önemli bir konuya işaret ederek, “İnsan olduğunuzu hatırlayacaksınız” dedi.

 Evet, insana, insan olduğu için hizmet etmek ne büyük bir erdem. Ve insanın, insan olduğunu hatırlaması ne güzel bir duygudur. İnsan, ‘kâlû belâ’dan beri, dünyaya geldiği andan itibaren insan olmasına insan da, insanlığını yitirmişler tarafından, zaman zaman insanlık dışı muamelelerle de karşı karşıya kalıyor insan. Soykırımları, kitle imha silahlarını, terör saldırılarına değinmeyeceğim. Zira bunlar insanlıkla ilgisi olmayan, insan görünümlü ancak ne oldukları bilinmeyen yaratıklar tarafından insanları ve insanlığı yok etmeye yönelik uygulamalar.

 Bizim konumuz, insanlıktan nasibini alamamışların, kendileri gibi olmayan, kendileri gibi düşünmeyen ve parası olmayan insanlara reva gördükleri hayat. Bir zamanlar, parası olmadığı için hastaneye gidemeyen, gitse de muayene sırası bulamayan, muayene olsa ilacını alamayan insanlar vardı bu ülkede. Tahlil, filim, tomografi, mr, teşhis, tedavi, ameliyat gibi adı sanı duyulmamış, duyulsa da ne olduğu bilinmeyen kelimeler de vardı. Hepsini geçtim, parası olmadığı için cenazesini günlerce morgdan alamayan insanlarla doluydu hastane önleri.

  İnsan her zaman her yerde insandır. Lakin 15 yıl öncesine kadar ahvalimiz buydu. O günlerden geldik dünyanın ilgiyle takip ettiği şehir hastaneleri seviyesine. Türk Edebiyat tarihinin yanı sıra, Türk dünyasının gönlünde ölümsüz yeri olan, Türk şiirinin ve idealizminin son efsanesi olan Abdurrahim Karakoç, ‘Tohdur Beğ’ isimli şiirinde o yılları bakın nasıl anlatıyor:   Avrat yeğin sayrı, benim karnım aç, Keyf için gelmedik bura tohdur beğ. Fukara harcından yaz da bir ilâç, Olsun derdimize çare Tohdur beğ. Tama vatandaşık, gardaşık tama... Bunca pahılm’olur adam adama? Geldik tâ sabahtan, kaldık akşama, Yarına mümkün mü sıra Tohdur beğ? Yedi baş horanta yıkık hanede… Tüm kazancım bini bulmaz senede. Yüz pangunut helâl olsun gene de Ben nereyim, beş yüz nere Tohdur beğ? Tek kaşıkla çorba içer dördümüz… Kul başından ırak ola derdimiz. Senden, benden esker ister ordumuz. Candan da mı yeğdir para Tohdur beğ? Dert, belâ tebelleş oldu başıma, Her gece tahsildar girer düşüme... Beni mahcup etme can yoldaşıma, Erkeklik öldü mü bre Tohdur beğ? Büyük oğlan esker, öteki çırak, Han için param yok, oteli bırak... Mevsim kış, yollar sarp, köy hayli ırak Bir değil, beş değil yara Tohdur beğ. Memur gelir karşılarsın köşeden, Zengin gelir kırılırsın neşeden. Öte kaçma bizim garip Eşe’den, Bakıp boynundaki kire Tohdur beğ. Hemi Müslümanım, insanım hemi; Hâlimi arz ettim darılma e mi? İçinde mangır yok, gördün kesemi Bir de ceplerimi ara Tohdur beğ. Daha sayayım mı? Noksan mı daha? Yalvara yalvara tükendim aha… Bu yüzle mi çıkacaksın ALLAH’a? Vallahi yanarsın nârâ Tohdur beğ.   Bu vesileyle, halkın sıkıntılarına, hasretlerine, sevdalarına, aşklarına ve inançlarına tercüman olan, şiir, nesir ve fikir dünyamızın müstesna ismi, karakter abidesi Abdurrahim Karakoç’u bir kez daha rahmet ve minnetle anıyorum. Ruhu şad olsun.