İnsanın, neye benzerse ondan olması ya da inandığı gibi yaşamazsa yaşadığı gibi inanmasıyla sonuçlanır, güven duygularımızın dejenere olması.

Bizleri bekleyen en vahim sonuç ve en mühim tehlike de budur aslında.

Bunlar, daha henüz, oturduğumuz yerde, düşünürken kaybettiğimiz değerlerdir.

Bir de ciddi imtihanlarda halimiz nice olur, ayrıca onun da muhasebesini şimdiden yapmak lazım!..

Tabii bu şartlarda, arkadaşıyla buluşmak üzere randevulaşıp, arkadaşı gelmeyince de, yalancı çıkarmamak kaygısıyla, onu 24 saat daha aynı yerde bekleyen manevi büyüklerimizi ve onların hassasiyetini ne anlayabilir ne de onlardan ders alabiliriz. Biraz önce söylediğim gibi, nasihate, ibrete, tebliğe kapalı toplum tipi... İşte bu, fitne sonucu başımıza gelen bir badire midir, yoksa fitnenin ta kendisi midir şeklinde düşünmek hiç şüphesiz, ahlaki kaygılarımızı daha nezih bir mecraya sokacaktır... Çünkü gıybet, iftira ve dedikodu da güvensizlik ortamının hem işaretleri hem sonuçlarıdır. Güven yitimi, saygı ve sevgi yitimiyle eşittir. Hoşgörü yoksa ufkumuzda, artık hoşgörü gösterecek insan da kalmaz çevremizde. O yüzden Mevlana (k.s.) "Hatasız dost arayan dostsuz kalır." demiştir. Güvensizlik duygusu, yalnızlığa iter insanları.. .İyiyse iyiliğiyle, kötüyse kötülüğüyle başbaşa bırakır insanı. Postmodernist bir keyfiyetin esiri oluruz sonuçta. Böyle bir ortamda da emr-i bi'l ma'ruf nehy-i ani'l münker vasfımız fonksiyonel olamaz asla. Çünkü yokedilen, hem de kendi elimizde yokettiğimiz şey; İslam'ın cemaat anlayışı olmaktadır. Nitekim böyle ortamlarda hiçkimse kimseyi dinlemez. Niçin dinlesin ki, güvenmediği insanı!..

İşte o zaman, objektif doğrulardan nasiplenme şansımız da nasipsizliğe döner.

Aslında temel soru, iyi insan olmayı gerçekten isteyip istemediğimizi sorgulama hadisesidir. Buna karar vermişsek ancak, güzellikler bizim için pek çok şey ifade edecektir. İşte o zaman, karşımızda, talip olduğumuz şeyin güzelliği "İslam" diye kendini gösterecek ve fıtratın çiçekleri rengarenk açacaktır. İşte o zaman kainattaki her renk, her ses ve her desen, bize de yaratıldığı gibi güzel gelecektir. İç ve dış uyumumuz bir düzen ifade edecektir. Bediüzzaman Said Nursi Hz.'nin "Güzel bakan güzel görür, güzel gören güzel düşünür." buyurduğu gibi...

Kader ekranında, zahirde henüz Nübüvvet mührü vurulmadan, bi'set ten önce dahi, "Muhammedü'l Emin" nezahatiyle namlanan bir Peygamberin ümmeti olarak, emin olma vasıflarımızın ahlak anlayış ve yaşayışımızda baş köşeyi tutması kaçınılmaz görünmektedir. Güven kalkarsa herşey kalkar realitesi, hayatı ahlaki anlamda düzenlemek için alınmış bir tedbir olarak değerlendirilmelidir. Yoksa, güvensizlik izhar etmek için değil... Bugün toplumsal kirlenmenin getirdiği, istismardan uzak temiz toplum arayışları, fertlerin birbirine olan güven ihtiyacını, ruhi açlık boyutunda zaruri kılmaktadır. Aksi halde hiç kimse, bir diğerine kendi derdini anlatamaz hale gelecektir. Komşuluk ilişkilerinden tutun da, ana-baba ve evlat hukukuna, ekonomik ilişkilere, evlilik müessesesine, siyasi ve idari sisteme kadar; hayatı şekillendiren tüm konularda tam bir keşmekeş ve sıkıntı kaçınılmaz görünmektedir. Müslümanların derdiyle dertlendikleri tebliğlerinde, muhatab olunan kitlenin bilgilendirilmesi, ikna edilmesi, kalbinin İslam'a ısındırılması ve ona her türlü fiillerimizle güven telkin edilmesi, tebliğcinin canla başla çalışırken, titizlikle dikkat etmesi gereken hususlardır.

Hz. Vahşi'nin, İslam'a davet edilmesi hadisesinde, ayetleri, Hz. Peygambere delil olarak getirecek bir hassasiyeti geliştiği halde, hidayetine vesile olan henüz bilmediği ayeti, yine Hz. Peygamberden öğrenmesi ve onunla amel etmesi, başlıbaşına, Hz. Peygambere duyduğu güvenin de bir ifadesidir. Nitekim daha sonraki günlerde Resulullah'ın (s.a.v.), Hz. Vahşi'ye, geçmişte Hz. Hamza'yı öldürmüş olması hasebiyle, "Mümkünse bana fazla görünmemeye çalış! Çünkü seni her gördükçe Hamza'yı hatırlar ve sana gereken şefkati gösteremeyebilirim. Böylece sen, talihsizliğe itilmiş, ben de vazifemi tam yapmamış olurum." sözüyle, bir ömür boyu Hz. Peygamberin gözüne görünmeyecek ve bir ömür boyu, "artık görünebilirsin." der mi acaba diye hasretle bekleyecektir…

Evet, Hz. Peygamberin (sav), tebliğ uğruna hiçbir fedakarlıktan sakınmaması, bizlerin de insanların birbirine güvenmeme noktasındaki bu asra has zaaflarının aşılması yönünde, en azından kendi payımıza düşen itina, feragat ve fedakarlığı yapmamızı İslam tebliği açısından zaruri...

Kalın Sağlıcakla…