Kur’an-ı Kerim’de müşrik ve münafıkların kibir yahut gururları ile, bu duygulardan kaynaklanan inatları da bazen “izzet” kelimesiyle karşılanır.
Ulema böyle ayetlerdeki (mesela Bakara, 206; Sa’d, 2; Münafikûn, 8 ) “izzet”i ya doğrudan doğruya “kibir” olarak tefsir etmiş, ya da izzeti müspet ve menfi diye ikiye ayırarak, bunları menfi (olumsuz) izzet saymıştır.
Bu elbette vehmedilen bir izzettir, tekebbürdür.
Halbuki yukarda izaha çalıştığımız gibi asıl izzet, insanın kendi hakikatini bilmesi ve onu yüce tutmasıdır.
Kibir ise insanın kendini bilmemesi, fani yanını “var” zannedip ona mevkiinin çok üstünde bir değer ve önem vermesidir.
Bu iki tutum, aralarındaki zıtlığa rağmen bazı ayetlerde “izzet” şeklinde adlandırılmışsa, bunda bir hikmet olmalıdır.
Allahua’lem, izzet ile kibrin, zıtlığına rağmen birbirine çok yakın iki kavram olduğuna, bunların kolaylıkla birbirine karıştırılabileceğine böylece dikkat çekilmiştir.
İnsan; makamı, malı mülkü, parası, gücü kuvveti, zekâsı, ilmi, şöhreti hatta taati ile kullar nezdinde büyük bir itibara sahip olabilir, toplum tarafından el üstünde tutulabilir.
Bu itibarın onu ucb ve tekebbüre düşürme tehlikesi her zaman vardır.
Burnu havada dolaşması, seçiciliği, elindeki imkanlarla yüksek bir standardı sürdürmesi, kimseleri beğenmemesi, çevresindeki insanların etrafında pervane olup bir dediğini iki etmemesi… hem kendisinde hem toplumda onun izzetli bir insan olduğu kanaatini doğurabilir.
İşte bu, öyle görünse bile izzet değildir.
Peki, izzet zannettiğimiz duygunun kibir olup olmadığını nasıl anlayacağız?
Aziz Olan Mütevazi Olur
İzzetin karşıtı zillet, kibrin karşıtı tevazudur.
Nitekim izzet ile kibir gibi, tevazu ile zillet arasında da ince bir fark vardır.
Kibir, ne kadar “izzet” gibi görünürse görünsün, sahibini zilletten kurtarmaz.
Tevazu da izzete mani olmadığı gibi hakiki izzetin belki de en önemli nişanesidir.
İşte “su gibi aziz olasın” duası, son olarak bu sahte izzetten sakındırma temennisini yansıtır. Su, hayat veren bir nimet olarak son derece kıymetlidir, azizdir.
Ama su aynı zamanda tevazunun sembolüdür.
Yeryüzünde hayatın idamesini sağlayan unsurlardan biri olduğu halde yüzünü yerden kaldırmaz. Adeta Yaradan karşısında sürekli secde halindedir.
Öyleyse izzet, kendi nefsimizi başkalarından üstün görme temayülünün ifadesi olmamalıdır.
Dünya varlığıyla diğer insanların fevkine çıkmamız bizi aziz kılmaz.
Esasen dünyada kalan, dünyaya mahkum olan hiç kimse aziz değildir.
İzzet, İslâm imanından, bu inancın bağlandığımız ve temsil ettiğimiz yüce değerlerinden gelen bir güç ve şereftir.
İman ve ibadeti, namazda olduğu gibi mümini dünyanın üstüne çıkarır, yüceltir; ona yetmiş iki millete bir göz ile bakma imkanı kazandırır.
Tevazu bu nazarın icabıdır.
Mümin bu sebeple bağışlayıcıdır.
Ve elbette Ebu Hüreyrer.a.’ten gelen bir hadiste haber verildiği gibi “Allah, affedici kulunun izzetini artırır; Allah için mütevazi olan kimseyi yüceltir.”
Kısaca, müslüman bu dünyada hakiki manada ancak su gibi aziz olabilir; başka türlü değil.