Kış mevsimine “karakış” deyişi dilimizde oldukça yaygın bir kullanıma sahiptir. Karakıştaki kar da kış da pek sevilmez. Kışın, karası olur mu bilemem. Ama kışın önüne gelen “kara” sözcüğü, kışı daha da acımasızlaştırdığını, yaşam koşullarını çok olumsuz etkilediğini, şartların ürkütücü bir boyut kazandırdığını çağrıştırıyor, sanırım. Bu deyiş üzerine çok farklı yorumlar yapılabilir. Kara ya da siyah renk bu nedenle soğuk, itici ve sevimsiz bir algı oluşturur. Çünkü kara matemi, hüznü, üzüntüyü, acıyı çağrıştır çoğu kez, yerine ve kullanım amacına göre. Kara olmasa, ak algımız nasıl oluşurdu? Tabiatta onun da bulunması bu nedenle doğal değil mi? Gelin görün ki kültür değerleri hep ötelemiş, karayı. Bu nedenle çoğu nesnenin karası sevimsiz bulunur, uğursuz sayılır. “Kara bahtlı, kara günlü, karayazılı, kara yürekli” gibi tamlamalar yanında “yüzü kara olmak, karalar bağlamak” gibi deyimler de var, dilimizde. Bütün bu kullanımlarda kara sözcüğünün algısı pek değişmez. (Eskilerde kara sözcüğünün algısı bir başkaydı: Güç, cesaret anlamında kullanıldığını anımsayalım, yer, aşiret, beylik ve devlet adlarının başına getirilerek onları taçlandırdığını da unutmayalım.) Bugünlerde her ne kadar karakış mevsiminde olsak da görünen o ki kara sözcüğünün yerini kıskandırırcasına ak aldı. Her taraf apak karla örtülü. Doğanın yeşili bile kayboldu. Okulların tatilde olduğu şu günlerde sokakların, yamaçların keyfine diyecek yok. Altlarında naylon, karton, tahta parçalarının üzerinde yamaçlardan kayarken çeşitli tehlikeler atlatan, buna bağlı heyecanlar yaşayan çocukları, gençleri görünce kar’a ne de çok özlemleri varmış, demekten kendimi alamadım. Sokak başlarında havuç burunlu kardan adamlar. Her birinin başında bir heykeltıraş edasıyla işine önem veren ve özen gösteren çocuklar. Böylesine bir fırsatı yakalamanın sevincini yaşıyorlar. Karlar üstüne yatıp oluşan iz’de boylarını yarıştıranlar, kartopu oynayanlar, nefesleriyle oluşan buğunun keyfini çıkaranlar, ayrıca annelerinin gözetimindeki çocukların korkuyla karışık sevinçleri, çığlıkları çok ilginç kareler oluşturuyor. Hiçbir riski göze almadan pencereleri önünde temaşa ederek doğadaki bu değişimin tadını çıkaranlar da var. Ben de ileri yaşımın gereği onlardan biriyim. İçimde dirilen çocuğun heyecanını bastırmaya çalışıyorum. Dışarıda lapa lapa kar yağıyor. Gözlerimi sabitliyorum yağışa. Bir süre sonra sanki yağış yönünün tersinde uçmaya başlıyorum. Çocukluğumda her kar yağışında bunu yapar, çok keyif alırdım. Şimdi içimdeki o çocuğa karşın, o heyecanı duyduğumu söyleyemem doğrusu; kovan çok eskidi… İnsanoğluyuz, yine de değişimler karşısında her yaşta heyecan duyarız. Üç-beş yılda bir görülebilen böyle bir fırsatı konumumuza göre değerlendirmek isteriz. Durağan yaşam kar’la her kesimde çok farklı duyguların oluşumuna kapı araladı. Kar bir yandan doğadaki değişimle keyif alanları coştururken diğer yanda günlük yaşamı çok olumsuz etkiliyor. Haberleri izledikçe sevincimiz çoğu kez üzüntüye dönüşüyor. Neylersin Yaradan, hayatı nimet ve külfet dengesi üzerine programlamıştır. Camın gerisi apak… Bu görüntü üstünde zaman zaman uçuşan kuşlar, açık alanlarda yiyecek arıyorlar belli ki. Beslenmek yaşamak onların da hakkı elbette… Hanım birkaç gün önce balkona yem koymuştu onlar için. Baktım tüketmişler. İki kaba yeniden yiyecek bıraktım. Onları izlemeye aldım. İkişer üçer geliyorlar, ürkek ve de tedirginler. Kapta gagalarıyla ne de güzel ritimler çıkarıyorlar, cik cik ötüp kanat çırparak uzaklaşıyorlar. Sonra onların yerini başka bir grup alıyor. Belli ki öncekiler, yemin yerini onlara haber vermek için cik cik ötmüşler. Bir ayrıntı daha dikkatimi çekti: Her grupta bir kuş değişimli, güvenlik için nöbet tuttu. İşte içgüdüsel bir donanım, diye geçti içimden… Yerleşim birimlerindeki bu kuşlar kuşkusuz şanslılar. Ya ötekiler, dağlardaki diğer canlılar, onlar ne yapıyorlar? Sorusu bile düşündürüyor insanı, karakışın acımasızlığı karşısında… Kuşların bile bir lokma yemi paylaşmada gösterdikleri şu içgüdüsel duyarlılığa, dayanışmaya bakınız. Bakınız da insanoğlunun acımasız paylaşımsızlığını düşünün bir kez… İnsanoğlu Yaradan’ın kendine tanıdığı ayrıcalıkların nimetlerini kullanırken öylesine bencil bir güdümlemeye giriyor ki ayrıcalıkların bir sorumluluğu olduğunu unutuyor. Nimetlerin külfetine katlanmaya yanaşmıyor. Şimdi bu karakışta yolda kalanlar, kaza yapanlar, yaralananlar, yakınlarını kaybedenler, evlerinde barınma ve beslenme zorluğu çeken insanlar… Yaşlılar, hastalar, onlar kar’ın getirdiği bu değişimin coşkusunu yaşabiliyorlar mı? Yoksa yaşam mücadelesi mi veriyorlar? Tuzu kurularımızın bu kesimlerle empati kurarak yardım ellerini uzatmaları, onlara yakışacak en önemli erdemdir bence. Bu duygular, bu kaygılar beynimin ekranından geçerken doğadaki bu değişimin keyfi birden hüzne dönüştü sanki. Görünen o ki yaşam her koşulda herkes için devam ediyor, etmesine de etkilenimler ve mücadele koşulları çok farklı düşüncesiyle hemhal iken, bir arabanın fren çığlığı odaklandığım noktadan bir anda kopardı beni. Balkona koştum. Aklar karardı, kızardı; yüreğimde bir ince sızı ve de endişe…