“Manifesto”muz
Yazılar Bahaeddin Karakoç’a ait - çıkış serüvenimizi anlatan okuyucuya mektup türünden - bir yazıyla başlıyor, ayni zamanda Derginin “manifestosu” niteliğinde, Dolunay imzalı: “Özenti Değil Özden”. İddialı “Manifesto”yu bir-iki satırla özetleyelim:
“Sanayi atıklarıyla, önce sular kirlendi. (…) Sonra, (…) hovardaca akaryakıt tüketimi yüzünden havalar kirlendi. Kısır politik çekişmeler yüzünden gönüller kirlendi. (…) İnsanoğlu ay’a uçmakla aylı düşler, hülyalar kirlendi. (…) Beride önce kelimelerle oynadılar (…) “Eski” dediler, “arı” dediler bizimkiler; “ileri” dediler, “geri” dediler; (…) bir yabancılaşma uğruna nice kültür değerlerimizi boynuzladılar (…). Dil kirlendi, (…) dil anarşisi, nice anarşilere öncülük etti. (…) Lügatler kirlenmişse, sanat, edebiyat ve kültür de o oranda kirli sayılmalıdır. Kirli bir sanat, edebiyat ve kültür ise ancak sömürge sanatı (…) çerçevesine sığar, millî kültür çerçevesine değil.” (…)
“Paris, sömürge kanlarıyla canlılığını korumaya çalışan çok kimlikli (..) bir burjuva sanatçıları ocağı. Moskova (SSCB’nin Moskova’sını kastediyor. mk), Tolstoy’u, Dostoyevski’yi, Pasternak’ı, Soljenitsin’i inkâr eden bir Allahsızlar, katiller mektebi. (…) Atina, hâlâ boyanma ve boyama sanatını devam ettiren histerik bir kurtizan, cılk bir batı sentezi… Londra, beynelmilel Yahudi hesabına çalışan bir dedektif ofisi. Bizim dışımızdaki ve bize yabancı her yer ve her şey öyledir.” (…)
“Burası Kahramanmaraş… Çok çileli zamanlar yaşamış, ama yiğitliğine hiçbir zaman gölge düşürmemiş bir Anadolu kenti. Burada, bizim de söylenecek sözlerimiz, sergilenecek özlerimiz var. İstiyoruz ki, sesimiz, ışığımız, dağları ve ufukları sıyırsın. İşte DOLUNAY, bu gaye için açılan ilk bayraktır. Evet, DOLUNAY, Türk-İslâm boyutlu sanat, edebiyat ve kültür serenine asılan bir inanç bayrağı. (…) Müslüman Türklerin yaşadıkları bütün mukaddes topraklara, iman coğrafyalarına sevgi ve selâmlar uçuran bir ılık yürektir. (…) Dede Korkut’tan, Yunus’tan (…) Âşık Veysel’e bir öz emanet taşır sürekli olarak: Toprak sesi, bayarak sesi, ezan sesi, insan sesi… Ve yeni zamanlara, yeni mekânlara nakşeder bu kutsal emanetleri.”
“DOLUNAY, çıktığı sürece, Türk diline, Türk edebiyatına ve Türk kültürüne, kirlenmeden, kirletmeden (…) hizmet etmeyi bir ülkü borcu sayar. (…) Özenti değil, özden sesleniyoruz: Yolumuza duvar örmeyenlere bin selâm olsun!”
Görüldüğü gibi “manifesto”nun çerçevesi gayet net: Batı’ya ve batılılaşmaya mesafeli, zamanın Moskova’sına “Allahsızlar ve katiller mektebi” diycek kadar haşin, maddede ve mânada kirlenmiş ve kirletmiş her şeye düşman, Türk-İslâm kültürüne, Müslüman Türklerin yaşadıkları bütün coğrafyalara ve oralardaki değerlere dost; Dede Korkut’tan günümüze, toprağın, yani vatanın, bayrağın, ezanın sesiyle ruhu dokunmuş insanın sesini öz emanet bilip nakşetmek yeni zaman ve mekânlara. Yani millî bir fikir, edebiyat ve sanat, millî ve kirlerinden arınmış bir kültür arayışı... Karakoç’un söylediklerinin ara satırlarında söylemek istedikleri, kast ettiklerini de okursak, 12 Eylül öncesi ideolojik ortamın yarattığı ideolojik sanat ve edebiyat hayatının eseri olan kirlenmeye karşı kendilerinin sanatı ve edebiyatı oralara bulaştırmadan, geçmişten günümüze milletin kutsalları ışığında yapacakları vaadidir, diyebiliriz. B. Karakoç, Dolunay’ın ilk sayısından sonuncusuna kadar bu arayışına sadık kalmaya özenmiştir, yaşadıklarımız ve bildiklerimiz kadarıyla. Biz şâhitlik ederiz. Ne var ki, genel okuyucu nezdinde biz “taraf” olarak gözükeceğimiz için, asıl bu konuya objektif bakacakların ne düşüneceği, hatta otuz yılı aşkın bir zaman sonra üç yıllık Dolunay koleksiyonu üzerine akademik inceleme yapacak olanların ne diyeceği önemli. (Henüz yapılmış bir araştırma var mı, açıkçası bilmiyorum.)-Devam edecek-