Yaşam boyu bilgilenmek insanoğlunun anlamlı ve kaliteli bir hayat sürdüğünün ölçütü olmalı diye düşünürüm hep. Kuşkusuz bu bilgilenme dışa dönük sınırlar içinde kalmamalıdır. Beşikten mezara kadar öğrenme hakkımızı, salt dış nesnelerle sınırlarsak,  o zaman kendimizi tanıma-öğrenme hakkımızı kullanmamış olmaz mıyız? Bilen, fakat kendini bilmeyen konumuna düşmez miyiz? Koca Yunus : “İlim bilmektir / İlim kendini bilmektir / Sen kendini bilmezsin / Ya nice okumaktır.” diyor. İnsan kendini de okumaya, sorgulamaya başladığında dışta sandığı nice olumsuzlukların ya da olumluların kendi içinde olduğunu algılar. Kendini bilme, kendi derinliğine inme erdemini yakalar. İşte asıl yetkinleşme böylece başlar bence. İnsanoğlu kendini bilme-tanıma yetkinliğine yönelmedikçe yarım sayılmaz mı?  İnsanın hası içindeki benlik duygusunu ezip yetkinleşme yolunda ilerleyenidir. Kendini aşabilme konumunu yakalayanların ne kendilerine ne de çevrelerine bir zararları dokunmaz. Aksine onlar erdemli ve ışıklı insanlardır. Işıkları kendi karanlıklarını aydınlatmakla kalmaz, çevrelerini de ışıklandırırlar. O nedenle insanın değeri salt kendine yararı ile değil, topluma yararıyla da ölçülmeli değil mi? İnsan çoğu kez tek yanlı ön yargılar edinir, hep bunları kullanılır, irdelemeden, ne için neden kullandığının bilincine varmadan. Bu yüzden ki tepkilerini salt dışa dönük nedenlere odaklar. Oysa nedenlerin ağırlığının bir o kadar da kendi içlerine dönük olduğunu akıl edemezler. Bunu algılamakta zorlanırız ya da işimize gelmez. Benlik önümüzü tıkar, kendimizi sorgulama ve gerçeğe ulaşmamızı engeller. Bu yüzden çevremizle-başkalarıyla çatışır dururuz. Aslında kendi kendimizle çatıştığımızın farkına varmadan. Çoğumuz kendi kendimizle bile barışık olamadığımızın ayırımında değiliz. Kendimizi tanımanın yolu elbette kendimizi sorgulamamızdan geçer. Kendimizi sorgularken, tanırken nesnel davranma özgürlüğümüzü nedenli doğru kullanabildiğimizi bir düşünsek iyi olur. Kuşkusuz burada özgürlüğün boyutunu iyi algılayıp değerlendirmemiz gerekir öncelikle. Bana Göre özgürlüğün iki boyutu var kullanımda. Biri toplumsal ve yasal değerlerin oluşturduğu özgürlüğümüz. Bunun sınırlarını zorladığımız ya da aştığımızda birçok yaptırımlara hedef oluruz. Bu özgürlük bizi suçun içine çekmişse, ceza görür, dışlanırız. İkinci daha da önemlisi öznel özgürlüktür. Buna vicdan özgürlüğü de diyebiliriz. Vicdan özgürlüğümüzü kullanabilme istencimiz bizi, nesnel özgürlüğümüzü de daha olumlu alanda daha doğru yerde kullanmaya taşır. Herhangi bir haksızlığın vebalini taşıdıkları halde vicdan özgürlüğünü kullanamayanlar, yasal engellere çarpmasalar bile yıllarca kendi iç dünyalarında bitip tükenmeyen bir savaşın yıkıntıları altında ezilirler, acı çekerler. Diğer bir deyişle huzur içinde kendi kendileriyle barışık yaşayamazlar, değil mi? Peki, vicdan özgürlüğümüzü özgürce kullanabiliyor muyuz?  Kullanamıyorsak engel ne?  Bana göre bu özgürlüğünü kullanamayan her birey, yasal özgürlüğünü de amacı sınırları içinde kullanamıyor demektir. Vicdan özgürlüğünün kullanımı önündeki en önemli engel ben, ego ya da nefstir. İnancımızda şeytan diye nitelenen nefsi, iradenin denetimine alamayan bireyler, toplumsallığın geliştirdiği tüm değerleri incitirler, onlara zarar verirler. Bu nedenle ki en önemli özgürlük vicdan özgürlüğüdür. Vicdanın bu özgürlüğünü nefsin bencilliğinden arındırmadıkça gerçek özgürlüğümüzü yaşayamayız. Çoğu bireyi suça iten nefstir. Bencillik, aç gözlülük, acımasızlık, hazırcılık nefsin güdümünde –egemenliğinde gelişir. Nefsi yenmeden, nefsin kölesi olmaktan kurtulamayız. Kendimizi tanıyıp yetkinleşemeyiz ve de özgür olduğumuzu söyleyemeyiz. Bu yüzden içe bakış yöntemini işlettiğimizde, kendimizi öğrenme – tanıma olanağını yakalarız. Burada kendimizi sorgulamamız öne çıkar. Nesnel olmamız için mutlaka nefsin baskısından kurtulmamız, yetkinleşmeye açık olmamız gerekir elbette. Bilmek, kendimizi tanımak kadar bunları yaşama geçirme istencimizi ortaya koyma da önemlidir sanırım. Kendimize yapılmasını istemediğimiz ne varsa, bunları başkaları içinde geçerli saydığımız ölçüde özgürüz demektir. Bu nedenle insanoğlu bilgilenmede dış nesnelere dönük olduğu kadar kendi içine de dönük olmalı. Dış dünyamız kadar iç dünyamızı da tanıma hakkımızı kullandığımız ve bunun gereklerini insan ilişkilerine yansıtma istencine sahip olduğumuz ölçüde yetkin insan, özgür insan oluruz. Daha kaliteli, daha insanca bir yaşam süreriz diye düşünüyorum.