Toplumsal ya da etik değerleri incitmeden, insanın kendini ifade etmesi en doğal hakkıdır bana göre. Ne var ki gelenekselliğin ya da bir takım özentilerin dar kalıbından ve çevre baskısından kurtulamadığımız için kendimizi ifade etme hakkımızı yeterli düzeyde kullanamıyoruz. Çoğu kez kişi, kendi kendisinin olamama sıkıntısı çeker. Kendini baskı altında tutar. Bu da onun özgürlüğünü kullanma hakkını engeller. Bu nedenle mutsuz olan insan sayısı az değildir. Hep rol yaparız. Olduğumuz gibi görünme göründüğümüz gibi olma dürüstlüğünü, erdemini zedeleriz. Kendimizi değil kalıplaşmış başka kişileri ifade etmekten bir türlü kurtulamayız. Bu nedenle çift kişilik, çifte standart vicdanımız üzerinde olabildiğine ağırlık oluşturur. Bu ağırlıktan kurtulma çabasına girenlerse çevrece kınanır. Aykırı kişi olmakla suçlanır. Onca çift kişilikli insan arasında dobra-dobra tek kişilikli olmanın içerincini, mutluluğunu yakaladığınızı sandığınız anda aykırılıkla suçlanır ve de dışlanırsınız. Oysa aykırı insanlar, zamanı aşan, değişimi yakalayan daha ilerde yaşayanlardır. Yoksa birbirine benzeyen günlerle değişimi nasıl yakalayabilir, nasıl gelişebiliriz. Çoğunlukla tutucu, ufuksuz insanlar kendilerini ifade etme haklarını kullanamazlar. Kendilerini, kendi istençlerine göre değil başkalarının yönlendirmesine bırakırlar. O nedenle de kendi-kendilerinin olamazlar. Doğrulara sahip çıkamazlar, eğrilere tepki oluşturamazlar. Vicdanları üzerine taşıyamayacakları ağır yükler yığarlar. Hafiflemenin, rahatlamanın, mutlu olmanın önde gelen ilkesi kişinin kendisiyle barışık olması, kendini kendince ifade etmesidir; başkalarınca değil. Söz gelimi, öğrenci kendi ilgi ve yeteneği alanında bir meslek seçip o dalda eğitim hakkını kullanmak istese, önce ailesi karşı çıkar. “O iş karın doyurmaz” la başlayan engelleme veya başkalarına özentiyi yansıtan örneklemeler sürüp gider. Sonunda öğrenci kendini ifade etme hakkını kullanamaz. Sevdiği, ilgi duyduğu alandan uzaklaştırılır. Çok para kazansa bile asla mutlu olamaz. Çünkü insanın sevmediği, ilgi duymadığı bir alanda üretken, başarılı ve de mutlu olması olası değildir, bence. Bu konudaki örnekler çoğaltılabilir. Tek düzeliği, özentiyi, alışkanlığı bir yaşam biçimine dönüştüren bireyler, aykırıları pek hoş karşılamazlar, eleştiri ve tepkilerini yoğunlaştırırlar. Ataların dediği türden; “Meyveli ağacı taşlarlar.” Bu nedenle kendilerini ifade etme haklarına (bilinçli-bilinçsiz) engel olunduğu için nice yetenekler körelip gider. Kişisel yönden mutsuz oldukları gibi topluma, uygarlığa katkıları da olamaz, olması gerektiğince. Riyasız, doğrucu, gerçekleri eğip-bükmeden söylemenin, haklının yanında yer almanın ve de olduğu gibi görünmenin, göründüğü gibi olmanın kısaca içinden geldiği gibi kendini ifade etmenin kime ne zararı olabilir ki? Aksine, güven vermeyen kaypak, esen rüzgâra göre yön değiştiren, araziye uyan, güçlünün yanında yer alan, kişiliğini çıkarları belirleyen zihniyetlere karşı durmak geçerli bir erdem olmalı diye düşünüyorum. Kendimizi ifade etme hakkımız kutsaldır; onu başkalarına havale etme  yanlışlığıysa bir zaaftır. Bu hakkımızı ne denli doğrudan kullanabiliyorsak o denli kendimize saygımızı, saygınlımızı ve özgünlüğümüzü korumuş oluruz, kanımca.