İnsan hayat standartlarını hayran olduğu insanlara göre ayarlamaya yatkındır.

Fakat bu hayran olunan modellerin standartları önemlidir.

Özellikle gençlerin ve çocukların dünyalarına sunulan modellerin nasıllığı, onları örnek alacak olan çocuk ve gençlerin manevi gelişimleri açısından son derece dikkat çekicidir.

İnsanoğlunun mahiyeti acz, zaaf, noksan ve kusurdan oluşmaktadır.

Fakat kusurlu olmak, düşük standartlarda yaşamak için bahane olamaz.

‘Bizden bir şey olmaz, bu bize göre değil, ben zaten günahkarım, böyle yaşamayan insan yok ki, bu zamanda böyle olunur” gibi yaklaşımları ve başarıyı, mutluluğu, hayırlı işleri, sıkıntı çekmeden, başarısızlık yaşamadan, hiç mutsuz olmadan ulaşma isteğindeki yanlışlık, insanların standartlarını düşürmeyi netice vermiştir.

İnsanlık standartları bir kez aşağı indiği zaman, artık herkes bu düşük standartları normal kabul etmeye başlar.

İnsanın arzu ve heveslerini kontrol altına almakta zorlandığı durumlarda, bunun imkansız olduğuna karar verip, bu davranışları normalleştirmeye başlıyor.

Toplumun genelinde de bu problem olduğu için beklentilerin seviyesi düşer ve türlü kılıflarla yapılan hatalar, günahlar meşrulaştırılmaya çalışılır.

Çocuklarıyla hakiki anlamda ilgi ve şefkatle ilgilenmeyen, onları terbiye etmeyen ve bunun da gereksiz gören anne babalar, okulda çocuğun yaşadığı bir disiplin problemini normal görmeye başlıyor. Çocuktaki şiddeti, gençlerdeki özellikle erkek çocuklarındaki ahlaksızlığı, devletin elektriğinden kaçak kullanmayı, hak arayışında şiddete başvurmayı, iktidar olan siyası partilerin hortumlamalarını gibi onlarca yanlışlığı kabul ediyor.

Çünkü insan bu düşük standartları kendi için de kabullenmiş gözüküyor.

Bugün, gerek TV ekranlarında gerekse radyo programlarında insanların aptal yerine konulduğu, kendisine olan özsaygısını kaybettirecek, haysiyet duygusunu yok edecek, hakaretlere maruz bırakılarak yapılan yarışma ve şov programları insanlık standartlarından haber vermektedir.

Tv ekranında, katıldıkları şov programında, salak yerine konan anne ve babaları, hakaret edilmesine rağmen gülen, kahkahalar atan ağabey ve ablaları seyreden bir çocuğun, büyüdüğü zaman insanlık kalitesi adına ne kendi dünyasına ne de çevresine katacağı bir şey olmayacaktır.

Hakiki insan beklentisi de ümitsizliğe düşecektir. Çünkü büyük dediği ve örnek aldığı kocaman insanların bu basit halleri onun kendisiyle ilgili değerlerini, kendi öz saygısını ve insanlık standardını düşürecektir.

Tv dizilerindeki kahraman erkek tiplemeleri, vahşet ve zalimliğin, tahribatçılığın failleri olarak sunulmaktadır.

Kadın tiplemeleri ise, ucuz bir meta haline getirilmiş, suretiyle insan olmaya çalışan zavallı pozisyonuna düşürülmüş modellemelerden oluşmaktadır.

Bu şekilde çocukların ve gençlerin dünyasına sinsice ve kurnazca sızılmakta, onların maneviyatlarına adeta bombalar konmaktadır.

Toplumun bu hale gelmesine izin verenler elbette bu gidişata seyirci kalanlardır.

Küresel ısınma, caretta caretta, pasifikteki balinalar, sokak köpekleri, dizilerin sonları, dizi kahramanlarının halleri, yarışmacıların kazancı vs. vs gibi, kendisini doğrudan ilgilendirmeyen hadiselere ilgi gösterip, yanı başındaki çocuğunu, yalnızlığa terk etmiş vaziyette davranan anne ve babalar, bu duruma daha ne kadar seyirci kalacak, ne kadar tepkisiz olacaklardır.

Hatta ne zaman bu gidişi fark edip, yürekleri sızlayacaktır?

Devletin kanunlar çıkarması, tv ekranlarına gelen uyarı işaretleri bu konuda çözüm değildir.

 Bu medya çöplüğünü ortadan kaldırmak veya bu sinsice tahribat yayınlarını yapanların hadlerini bildirmek, herkesin sorumluğundadır.

Yani, bu ahlaksızlığı üretenlerin ürünlerini, talep etmeyecek şekilde disipline olmak gerekir.

Çünkü bu biraz da arz talep meselesidir.

Ben izin vermeseydim, ahlaksızlık bu kadar yaygınlaşmazdı

“Siz doğru yolda oldukça, sapıtmış olanlar size zarar vermez” hakikati gereğince, zarar dokunuyorsa, ki bu ahir zamanda pek kimse, mahfuz kalamıyor.

O zaman doğru yolda olup olmadığımızı sorgulamak gerekiyor.

Genelde insan nefsinin bir özelliği, bir hata işlediği zaman başkasını suçlu görmek ve göstermektir. Yapılan davranışlardan başkalarını sorumlu tutmak, sorumluluk duygusunu bitirip, bahane bulma ve kurban psikolojini doğurmaktadır.

Yani hata işleyen kişi, sorumluluklarını kendine ait görmeyip, kendi dışında çevreye, aileye, devlete, ona buna ait mantığı geliştirmektedir.

Kişinin kendisi bu mantığı geliştirirken, bu süreci izleyen diğer insanlarda, bu davranış kabul görüp, ‘ne yapsın ailesinin suçu, annesinin yanlışı, devletin hatası’ diyerek, yanlışlar mazur gösterilmeye çalışılıyor.