Bediüzzaman, Mehdi konusunda olağanüstü bir şahıs beklentisi içinde değildir. Her şeyin kevni kanunlar çerçevesinde cereyan edeceğine inanır. Bu bakımdan nassların zahirine, akla uygun olsun olmasın, yapışıp kalan katı tutumlu ilim adamlarından değildir. Meselâ "müslih", "mürşid-i ekmel", "müceddid", "Halife-i zişan" gibi tabirleri de mehdi kategorisi içinde mutalaa etmektedir. Fitne zamanlarında bir "Islahatçı"nın bulunmasını "Hz. Allah'ın kâinata koyduğu kanun" açısından zaruri görmektedir. Bediüzzaman'a göre âhir zamanın en büyük fesadına karşı, Cenab-ı Allah en büyük bir müceddid ve mürşid olan bir zat-i nuraniyi gönderecek ve o zat da ehl-i beyt-i nebeviden olacaktır.
Bir şahıs ne kadar kuvvetli olursa olsun büyük bir islahatı tek başına yapamaz. İbni Haldun'un sosyolojik bir tesbit olarak söylediği "bir kuvvete dayanması" meselesini böylece Bedeiüzzaman vuzuha kavuşturmaktadır. Ona göre Mehdi'nin beşeri güç kaynağı, âl-i beyt-i nebevi, yani Resulüllah’ın soyundan gelen insanlardır. Bu neslin sayı bakımından oldukça çok ve güçlü olduklarına işaret eder. Bütün ehl-i hakikatın başında onlar bulunur. Sayısal olarak milyonları geçmektedir. Meydana gelen büyük hadiseler, o büyük cematin içindeki kudsi kuvveti harekete geçirecektir. Böyle bir meselenin tahakkukunu, ilahî kanunların bir gereği olarak telâkki eder.
Mehdi’nin üç mühim vazifeyi gerçekleştireceğini söylemektedir:
a) Maddecilik fikrini tam susturmak ki buna iman merhalesi de denilir.
b) İslâm şearini ihya etmek ki buna hayat merhalesi denilir.
c) Bütün iman ehlinin yardımıyla ve ittihad-ı İslâmın desteğiyle, bütün âlimler ve velilerin, bilhassa, her asırda çokça bulunan seyyidlerin iltihakıyla o büyük vazifesini yapmaya çalışır ki buna da şeriat merhalesi,denir.
O halde Mehdi gelip de eline kılıcı alıp her şeyi ıslah etmeyecektir. Tek başına değil, bilakis Müslümanların saf ve temiz kitlesinden oluşan, al-i beyt-i nebevî'den büyük bir hareket olarak islahat yapacağı anlaşılmaktadır. Başka bir eserinde Mehdi’nin üç vazifesini şöyle ifade etmektedir: İman, hayat ve şeriat. Bediüzzaman'a göre bu üç vazifenin en mühimmi imandır.Mehdi'nin henüz gelmediğini söylemekle birlikte kendi dönemini kastederek o zât şayet
"Bu zamanda gelse harekatını o (siyasî) cereyanlara kaptırmamak için siyaset âlemindeki vaziyetten ferağat edecek ve hedefini değiştirecek diye tahmin ediyorum."
der. Dolayısıyla en mühim mesele olan iman hususuna ağırlık verecektir.
"Şimdiki umumun nazarında ve hâl-i âlem ilcaatında en mühim mesele hayat ve şeriat göründüğünden o zât şimdi olsa da, üç meseleyi birden umum ruy-i zeminde vaziyetlerini değiştirmek nev-i beşerdeki cari olan adetullaha muvafık gelmediğinden, her halde en a'zam meseleyi esas yapıp diğer meseleleri esas yapmayacak; tâ ki iman hizmeti safvetini umumun nazarında bozmasın ve avamın çabuk iğfal olunabilen akıllarında, o hizmet başka maksatlara alet olmadığı tahakkuk etsin."
Bediüzzaman'ın ifadelerine dikkat edilirse, o, mehdiyi, her şeyi mucizevari bir şekilde kılıçla düzelten bir şahıs olarak görmez. Mehdi'yi normal bir insan, büyük bir ıslahatçı olarak görmekte ve etrafındaki nuranî cemiyetinden bahsetmektedir. Resulüllahın sünnetini ihya edeceğini, şer kuvvetleriyle mücedelesi de manevi olacağını söyler. Böylesine esbab dairesinde hareket eden bir zatın muvaffak olması kudret-i ilahiyye noktasından da mümkündür. Bir dakikada yer ve gök arasını bulutlarla doldurup, boşaltan, bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eden, bahar içinde bir saatte yaz mevsimini, yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden Allah, mehdi ile de İslâm âleminin karanlıklarını dağıtabilir.
İslâm toplumunda daima hak üzere devam edecek olan bir grubun bulunacağı hadis-i şeriflerde anlatılmaktadır:
"Ümmetimden kıyamete kadar hak üzere devam eden bir taife bulunacaktır."
Müslim'in kaydettiği bu hadiste Resulullah bir taifeden bahsetmektedir. Haber verdiği bu taifenin dini mevzuları tazeleyeceğini, din yolunda mücadehe edeceğini, adaleti yayacağını, dosdoğru ölçülere sarılacağını, insanlığa İslâmı takdim edeceğini belirtmektedir. Bu, Allah'ın kâinata kayduğu fıtri kanunlara, İslâmın ruhuna ve pratik talimatlarına mutabıktır. Cenab-ı Allah her devirde hakiki mehdileri, yüzlerce islahatçıyı yaratabilir, vaktiyle de böyle yapmıştır. Bundan sonra da elbette böyle olacaktır.
Bu hadisi yorumlayan Bediüzzaman, "Bu asırda bir mu'cize-i maneviyye-i Kur'âniyye olan" Risale-i nur şakirtlerinin hizmetini de bu hadisin muhtevası içinde mutalaa etmektedir. Onun başlattığı nur hizmetinin gelecek asırda da devam edeceğine dair bazı istinbatlarda bulunmaktadır. Hicri on altıncı asrın başlarına kadar nur hizmetinin gittikçe parlayacağını, ondan sonra bir şer cereyanının hâkim olacağını bu hadis-i şeriften çıkarmaktadır.
devam edecek…