Bir gün Hasen ve Hüseyn (r.anhüma) hazretleri babamın yanına geldiler. Selâm verdiler. Oturdular. Babam, müslimânların işi ile meşgûl idi. Selâmlarını işitmedi. Sonra işi bitdi. -Buraya gelin. Onlar dediler, -Biz selâm verdik. Babam dedi, -İşitmedim. Babam kalkdı. Onların yanına vardı. Onların ikisi de ayağa kalkdılar. Babam ikisinin de elini öpdü. Hazîne ile meşgûl olan hizmetkâra buyurdu ki, -İki kaftan getir. Her birini birine giydir. Onlardan sonra özr dileyip, dedi ki, -Bizden râzı olun ki, bilmedik, kusûr etdik. Hasen ve Hüseyn (r.anhüma), babalarının huzûrlarına vardılar. Dediler ki, -Emîr-ül mü'minîn Ömer bize elbise verdi. Hazret-i Alî (k.v) çok memnûn oldu ve buyurdu ki, -Geri Emîr-ül mü'minîn huzûruna gidiniz. Söyleyin ki, bizim babamız der ki, Resûlullah (sav) hazretlerinden işitdim. Resûlullah buyurdu ki, (Ömer hayâtda iken, İslâmın nûrudur. Dünyâdan gidince de Cennet ehlinin çirâğıdır.) Hasen ve Hüseyn (r.anhüma) geldiler, haber verdiler. Hazret-i Ömer (r.a) dedi ki, -Siz ikiniz de onu babanızdan işitdiniz mi? Dediler, -Evet. Hazret-i Ömer oğluna dedi ki, -Yâ Abdüllah! Divit ve kalem ve kâğıd getir. Hasen ve Hüseynin (r.anhüma) babaları Alîden (ra) işitdikleri ve onun Resûlullahdan (sav) (Ömer hayâtda iken islâmın nûru, dünyâdan gidince de Cennet ehlinin çirâğıdır) buyurduğunu ve üçünün şehâdetlerini yaz. Üçünün de şehâdetlerini yazdılar. Sonra, oğluna: -Ey Abdüllah! Bunu, ben vefât edince, kefenim arasına, göğsüm üzerine koy ki, zor durumda kalınca imdâdıma yetişsin, buyurdu. Görüşmek umuduyla…