Bu gün yazıma, yaşadığımız bu Milenyum Çağı’nda dünya ne yapıyor? Nerede! Biz ne yapıyoruz? Genç kuşaklar ve toplumun ilim- bilim konusunda düşünce ve refleksleri ne? Soruları ile başlamak istedim. Teknolojinin sınır tanımadığı, konuşan robotların fast food restoranlarında servis yaptığı bu çağda, genç kuşaklar, yeni düşünce yeni fikir- üretebiliyorlar mı? İlim – bilim ilgi alanlarına giriyor mu? Hedefleri var mı? Ne yapmak istiyorlar? İnsanı ne mutlu eder? gibi sorular… Gördüğüm kadarı ile Batı ve ABD, Ortadoğu bataklığına saplanmış durumdalar. Savunma Sanayi ile ilgili yatırımlarına her zamanki gibi öncelik ve hız verip, ekonomisini silah satışları ile pazar payını büyüterek, bir taraftan savaşıp, bir taraftan da silah üreterek, toplumlarını konforlu yaşatmaya devam etmenin yollarını arıyorlar… Her zaman yaptıkları gibi yani süreklilik… Diğer dünya ülkeleri ise Batı ve ABD’nin izlediği politikaları takip etmekle meşguller… Şu son dönemde ABD’ de den başka bilime yatırım yapan ülke sayısı yok denecek kadar az… Ürettikleri bilimi dünyaya pazarlıyorlar… ABD’nin dünyaya hükmetmesi de, Hindistan doğumlu gazeteci yazar Fareed Zakaria’nın ‘’ Post Amerikan Dünya’’ adlı kitabında anlattığı gibi üniversite ve bilime yaptığı yatırımlar… halk tabiriyle ‘’gavur’’ dediğimiz kişiler çalışıyor bilime yatırım yapıyor… O gavur boş durmuyor yani… Ayrıca ‘’gavur’’ kelimesinden de hiç hoşlanmıyorum ejnebi demek daha doğru olur sanırım… Konumuza dönersek… Bize gelince, gelişmekte olan bir ülke konumunda olduğumuz için ‘’bilim acil önceliğimiz gibi görünmüyor…’’ Oysa genç bir nüfusa sahibiz. Bu enerjiyi çok daha verimli hale getirebiliriz. Şayet rasyonel bir yok izleyebilirsek… Şimdi bir de realiteye bakalım mı? Toplum olarak düşünce ve fikir bağlamında durağanlığa girmiş gibiyiz. Uzun yıllardır süre gelen bir durum… Yeni bir düşünce ve değişik bir fikir üretemiyoruz, fakat üretiyormuş gibi görünüyoruz... Sanki kurulan her cümle, konuşulan her düşünce, hep birbirinin benzeri kopyası gibi… Başkaca ülke insanlarının düşünce veya fikrini kendi fikrimizmiş, kendi düşüncemizmiş gibi konuşuyoruz. ‘’Tam bir yanılsama…’’ Tüm dünyaya sunabileceğimiz, bize, özümüze ait özgün ve farklı bir düşünce akımı veya orijinal bir fikir veya yapılmamış bir tasarım geliştiremiyoruz… Oysa yaşadığımız bu çağda yeni bir düşünce orijinal bir fikir veya farklı bir tasarım bütün dünyada çığır açabilir. Fikrin ve düşüncenin böyle bir gücü var… ‘’ Kitleleri peşinden sürükleyebilir…’’ Belki çok farkında değiliz ama dünyada böyle bir tıkanmışlık sendromu yaşıyor… Bu olumsuzluğu fırsata çevirebiliriz. Ve toplum olarak bunu yapma – yapabilme potansiyelimiz var… Yeter ki doğru yol izlemesini bilelim. Toplumların ilerleyebilmesi ve gelişmesi var olmayanı keşfedip, hayata geçirmesi ve üretmesiyle mümkün olur. Başkaca insanların düşünce ve fikirlerini önemseyelim ama kendi orijinal fikirlerimizde olsun. Bu yazdıklarım düşünce kısmı… Esas konuya gelirsek… ‘’ Bilim ve bilimsel çalışmalar’’ konusunda çok gerilerdeyiz. Felsefe konusunda da çok gerilerdeyiz. Bilimin temeli felsefedir. Felsefe nedir? Ona bakalım mı? Bilimin temelini oluşturan ilkeler bütünüdür…. Yani demek istediğim üniversitelerimizde felsefenin önemine dikkat çekmek ve bu konuda yetersizliğimizi tespit edip, soruna çözüm bulmak… Devam edelim… Devlet politikası olarak genç kuşakları doğru yönlendirebiliyor muyuz? Geçmiş yazılarımda belirttiğim gibi, sadece müfredatı değiştirerek, eğitimde istediğimiz seviyeye ulaşamayız. Başlı başına reform yapılması gerekiyor. Eğitim sistemimizi tümden değiştirebileceğimiz gibi işleyişinin ve içeriğinin de değişmesi gerekiyor. Genç kuşaklar belirsiz bir geleceğe okuyormuş gibi eğitim alıyorlar… Gün tamamlamaca, yaşıyoruz öyle mottosunda gibiler… Milenyum Çağı’nda, aynı anda cepten SMS atmaktan, hem bilgisayar ekranında hem MSN’de yazışıp ve Winamp’tan indirilen MP3’leri dinlemekten başka yapabilecekleri şeyler de olmalı… Örneğin: Hedef koymanın insan yaşantısında ki önemini bilmiyorlar. Veyahut bilenlerin sayısı çok az, yeterli değil… Oysa insanın yapmak istediklerini hayata geçirebilmesi hedef koymakla başlar. Hedef koymayı umursamayan bir toplum, genç kuşaklara hedef koymayı nasıl öğretebilir ki? Üniversite okumayı istemek, profesör veya ilim – bilim insanı, olmayı istemek bir hedeftir. Bilim yolunda çalışmak bir hedeftir. Dünya çapında bir felsefeci olmayı istemek bir hedeftir… Dünyada var olmayan bir tasarım üzerinde kafa yormak, yeni bir buluş icat etmek bir hedeftir. Yeni bir iş kurmayı istemek bir hedeftir. İyi bir hayat yaşamak istiyorum demek bile bir hedeftir… Bu ve bunun gibi örnekleri çoğaltabiliriz. Bana kalırsa ‘’ İnsanın bir değil, birkaç hedefi birden olmalıdır…’’ Genel olarak topluma bakınca birçok insan hedef koymayı düşünmüyor veya bilmiyor... Ne yapmak istiyoruz? Ülkemize veya dünya insanlarına, ‘’insanlığa’’ yararlı bireyler olmak istiyor muyuz? Bu ve benzer soruları kendimize soruyor muyuz?… Bir insanın hayatta ne yapmak istediğini bilmesi kadar önemli başka hiçbir şey yoktur. Çünkü ne yapmak istediğinizi biliyorsanız, izleyeceğiniz yolu da bulmuşsunuz demektir. Bulduğunuz bu yol başkalarının size çizdiği değil, sizin kendi yolunuzdur. Kendi çizdiğiniz yolda riskleri daha net görüp ona göre davranacaksınızdır. ‘’ yeter ki ben ne yapmak istiyorum?’’ sorusunu kendimize soralım ve ne yapmak istediğimizi bilelim. Bizi ne mutlu eder? Sorusuna gelince… Hepimizin de bildiği gibi bu bir sır değil…‘’ İnsanı; başkaların dayattığı hayat değil, yaşamak istediği hayat mutlu eder.’’ Bu demek oluyor ki özgürlükler konusunda tüm toplumu kapsayacak şekilde biraz daha sağduyulu olmak, dayatmacı hantal devlet işleyişinden uzaklaşmak… Son söz ‘’TV izleyen ekran bağımlılığından, Facebook, Twitter Instgram’da sanal dostluklardan başka yapabileceğimiz başkaca şeyler olmalı…’’ diye düşünüyorum. Kırkta bir, bir bilim insanımızın (o da yurtdışında yaşıyorlar genellikle…) her hangi bir alanda bir buluş icat ettiği, bilime katkıda bulunduğu zaman milletçe inanılmaz bir sevinç yaşıyoruz. Bilim –ilim- düşünce –fikir insanlarımızı kendi ülkelerinde araştırma yapmalarına yaşamalarına imkân vermiyoruz. Sonrası beyin göçü diye şikâyet ediyoruz… Bakınız, Marguis de Condurcet… ne söylemiş… ‘’Bilginlerin aydınlatamadığı toplumları şarlatanlar aldatır…’’ Bu sözler tamda bizim ülkemiz için söylenmiş gibi değil mi? Neden diye soracak olursanız? Son iki yüz elli yılda ilim- bilim- felsefeden uzaklaşmış bir toplumuz. Bu durumu fırsat bilen PKK ve Fetö gibi terör örgütleri genç kuşakları ne hâle getirdikleri ortada…! Hiç değilse Milenyum Çağı’nda bu kez yanılmayalım. larımızı doğru kullanalım. İlime- bilime gereken önemi verelim. Hatta gerekenden daha fazla önem verelim… Görünen köy kılavuz istemez. ’’ Milenyum Çağı’na kolay entegre olmanın bir yolu da bilimdir...’’ Bilimsel anlamda çalışma yapıp Eğitim Sistem’imiz de reform yapmak zorunda olduğumuzun farkına varalım. Gustave le Bon… ne diyor ona da bakalım mı? ‘’Bilim bize geleceği vaad eder, Barışı ya da mutluluğu değil…’’ Ayrıca ‘’Bilimi genç kuşaklara sevdirmek ve teşvik etmek zorunda olduğumuzu bilelim… Yoksa aynı kısır döngüyü yaşayıp dururuz… Bu fikrime katılabilirsiniz veya katılmayabilirsiniz. O sizin bileceğiniz bir iş… Bu yeni Çağda yeni düşünce, yeni fikirlerin, yeni tasarımların ilim- bilim çalışmalarının çoğalması dileğiyle… Ne dersiniz! Gününüz sağlık ve başarılarla geçsin. Hoşça kalınız. Descartes… Unutma, sana ışık tutanlara sırtını dönersen; göreceğin tek şey kendi karanlığındır. Kant … Bilim olmadan yapılan bilim felsefesi boştur; bilim felsefesi olmadan yapılan bilim ise kör…