Süreklilik kazanan bir anlama, kavrama ve yozlaştırma kargaşası almış başını gidiyor. Kim ne zaman dur diyecek, nasıl durdurulacak, verilen zarar nasıl önlenecek belli değil. Sanatla yakından, uzaktan hiçbir ilgisi olmayanlar da içinde olmak üzere kendilerini “sanatçı” diye niteleyenlerin yarattığı olumsuzluklar ve yaralara engel olunamayacak düzeysizlikler yaşanıyor. Özellikle kitle iletişim araçları dengesizliğin daha nasıl ötelere taşınacağının yarışı içinde büyük bir çaba harcamaktalar.
İnsanların yaptıkları işe göre bir meslek adı olur. Berberlik yapan berber, kasaplık yapan kasap, öğretmenlik yapan öğretmen, doktorluk yapan doktor, avukatlık yapan, avukattır.
Sanatsal çalışmaların içine giren alanlarda da sanatsal bir düzey yaratılmadıkça neyi yapıyorsa ona da o yapılan işe göre bir meslek adıyla anılır.
Şarkıcılık yapan şarkıcı, türkücülük yapan türkücü, pop müzikle uğraşan popçu, resim yapan ressam, ebru yapan ebrucu, çini yapan çinicidir. Sesi uygun olan herkes bir parçayı seslendirir. Çok iyi gitar, piyano, flüt gibi müzik gereçlerini çalabilir; hem çalıp hem de söyleyebilir. Şarkı, türkü ve pop müziği türünde ezgiler yapabilir. Sanata giden bir yolda yürüyerek yeteneğine göre ilerler. Çok az sayıda ve üstün yetenekli olanlar sanatın kapısını açabilir. Diğerleriyse uygulayıcıdır, sesini, parmaklarını, fırçasını, kalemini çok iyi kullanan birer uygulayıcı-yorumcu usta niteliğini taşırlar.
Özellikle bizde hiçbir ilgisi yokken sesi güzel olan şarkıcı, türkücü ve pop müziğiyle uğraşanlara “sanatçı" deme yozluğunu bile bile dilimize yerleştiriyoruz.
Yazınsal uğraş içinde olanlar şiir, öykü, roman, masal yazarlar. Özellikle öykü ve romanla uğraşanlar için “yazar” sözcüğü yerleşmiştir dilimize. Şiir yazana da “şair” adı yerine oturmuştur. Dili iyi kullanan biri yazardır, şairdir. Gençliğinde şiir ve yazı yazan milyonlarca insan vardır her ülkede. Bizim ülkede neredeyse her iki kişiden üçü şairdir.
Sanatsal düzeyde yazı yazanlara “sanatçı” denilir. O düzeye varabilmek demek dil ve anlatım konusundaki ustalığını aşan bir yaratıcılıkla özgün bir sanatsal dili yakalamak demektir.
Ölçü bu olunca her şarkı, türkü, pop söyleyene-çalana “sanatçı” nitelemesi yapılamaz. Her gün her saat her dakika biz bunlara sanatçı diyen yayınlarla karşılaşarak yozluğun en diplerine sürüklenmiş oluyoruz.
Resim ve yontu yapanlara da kolayca "sanatçı" denmez. Ressam ve yontucu denir. Sanatçı olup olmadıklarını belirleyecek olanlar vardır ve en önemli kıstas da sanat tarihidir.
Ne yazık ki sözde sanatçı veya tüccar sanatçı kesim sürekli kitle iletişim araçları içinde yer alarak hem kendi kendilerini doğrudan kendi ağızlarıyla “sanatçı” diye nitelerken kendileri gibi olanlar için de bu nitelemeyi yağlandırıp ballandırarak kullanarak beyinlerimizi kirletiyorlar. Birbirlerine övgüler düzerek sanatın namusunu da görmezlikten gelerek sanatı da kirletiyorlar. Bizler de büyük, küçük hepsini gerçekten sanatçı sanıyoruz.
Bir ayırım yapabilmek çırpınışıyla bize göre evrensel anlamda gerçek sanatçı niteliğine varmış olanlara “büyük romancı, büyük şair, büyük ressam” diyerek genel geçer "sözde sanatçılar" kümesinin dışında bırakırız. Aslına bakarsanız bu gerçek sanatçıların hiç biri çıkıp da kendilerine “sanatçı” demez ne de başkalarına dedirtmek için kirli oyunlara başvurur.
Kişinin sanatçı olup olmadığını yaptıkları ortaya koyduğu gibi neyin sanat eseri, kimin sanatçı olduğunu belirleyen değerlendirmeler vardır, bu değerlendirmeyi yapabilecek karar verici kişi ve kurumlar vardır, uluslar arası düzeyde, çağdaş ve evrensel anlamda belirleyici yerler vardır. Ayaküstü saptanan değerler değildir bunlar. Her önüne gelen birbirine usta, üstat, sanatçı tanımlaması yapamaz. Bizdeyse ne yazık ki ahbap çavuş ilişkileriyle işleyen kurumlar ve karşılıklı menfaate dayalı tanımlama, değerlendirme yapan kişiler var. Bu oluşumun altında yatan gerçeğe bakıldığında kimilerinin sanattan uzak dahi olsa kendileri gibilerle geniş bir alan yaratarak bu yolla büyük kazançlar elde etme istekleri görülür. Koyunun bulunmadığı yerde “Abdurrahman Çelebi” olarak kendilerini yutturmaya kalkmak işlerine gelir.
Kendilerine Avrupa ve diğer çağdaş ülkelerde neden “sanatçı” denilmediğini sorduğunuzda acizden Türkiyeli sanatçılara ön yargılılar gibisinden yanıtlar alırsınız. Emin olun gerçek sanatçıları Avrupa da Dünya da kabul eder. Sanat yeryüzünün her tarafında geçerli bir güçtür. Yeter ki o gücün temsilcisi olabilecek yaratmaların insanı olun.
Picasso ve diğer ünlü sanatçılar gerçek sanatçı sıfatına layık olduklarından onlara kendileri değil başkaları “sanatçı” demiştir. Ne ilginçtir ki kimi gerçek sanatçı kendine “sanatçı” denilmesini asla istemez. Bizdeyse sanatçı okyanusundan geçilmiyor.
Belli kesimin, görgüsü, bilgisi, yapısı, anlayışı üst düzeyde olmayabilir ama kişisel çıkarlarını üst düzeyde tutmak için her türlü niteliksizliğin yapılmasının, gerçeklerin görmezden gelinmesinin ülkemizde sanatın bugününe ve yarınına zarar verdiği bilinmelidir.
Sanatı gereği gibi anlayıp ortaya koymaya çalışanlarla çıkarlarını önde tutanlar her zaman her yerde vardır. Çağdaş ve uygar ülkelerde sanattan yana olanlar karşılarına gelme cesaretini gösteren sözde sanatçılara aslında yerlerinin neresi olduğunu direkt bildirirler, belli ederler veya randevu dahi vermezler.
Bunu yadırgamamak gerekir. Kültürlerinde yanlışı yapanları yerin dibine batıracak çok büyük bir güç ve gelenek vardır. Toplumun sanat bilinci daha okul yıllarında verilen eğitimle sanatın gelişmesi için oluşturuluyor.
“Sanatçı” denilebilmesi için kişinin yaptıklarını o düzeyde kanıtlaması gerekiyor. Aslına bakarsanız neyin, nerede ve nasıl kanıtlandığını da herkes gayet güzel bilmektedir de..
Bu düşüncemi açıkça ortaya koyma gereğini gördüm. Bence Türkiye’yi böyle alçaltmaya çalışanlar orada yaşayanların tinselliğini karartarak çirkinleştiriyorlar, insanlarımızı geriletip bayağılaştırıyor; vahşileştiriyorlar.
Haksız mıyım acaba?...