Oldum olası kibirli insanlardan uzak dururum. Büyüklük saplantısını sırtında kambura dönüştürenlerin hamlıktan kurtulup, yetkinleşemediklerini düşünürüm. Hele de sanatçı kişilere bu olumsuzluğu hiç yakıştıramam. Bırakın sözlerini, tavırları bile incitir beni. Meclislerinde hep kış var, soğuk rüzgârlar eser, inceliklerim üşür. Sanatçı deyince biraz da kendini aşmış, benlik duygusunun hamurunu yoğurup özleştirmiş, onu erdemlerle mayalamış, yaratıcı, örnek insan tipi gelir usuma. Bugün aramızda olmayan rahmetli bir arkadaşım vardı. Usta bir şair, denemeci ve öykücüydü. Beğeni ile okunan kimileri ödül almış onlarca eseriyle ustalığı, saygınlığı çoktan hak etmişti. Onca yıl dostluk ilişkimiz içinde bir gün olsun kendinden “ben” (…) diye söz ettiğini anımsamıyorum. Son derce alçak gönüllü bir kişiliği vardı. Kendi alanında kimseyi küçük görmez, küçümsemezdi. Onlara dönük olumsuz bir eleştiri de yapmazdı. Aksine yazan-çizen genç kalemleri heveslendirir, güven kazandırırdı. Kuşkusuz onu sevdiren biraz da sanatındaki yetkinliğiyle örtüşen özlü kişiliğiydi. Günlük yaşamda gözlem alanıma giren kimi sanatçı da var ki dalında kendini ilk ve son gibi algılar. Bu yönlü davranışlar geliştirip ilişkilerine yansıtırlar, ne yararı varsa? Doğrudur, kendi alanında yetkin bir sanatçı olabilir. Ne var ki bunu, kendinin ifade etmesi bana göre yakışık almaz. Bunu, sanatıyla ilgilenenlere bırakması daha şık daha anlamlı olmaz mı? Kendini aşan her sanatçının gerçek hazzı, kendi hakkındaki beğenileri başkalarının ifadelerinde bulması gerekmez mi? Ne de olsa insanın kendi beğenisiyle oluşturduğu kendine dönük yargılar nesnel olamaz, ben kokar, az da olsa. Değer verdiğimizi her fırsatta dile getirdiğimiz kimi sanatçılarımızda bu yetkinliği görememek, doğrusu üzüyor beni. Kimi zaman duyumlarımız, kimi zaman da gözlemlerimizin sonucu geldiğimiz bu noktayı hiç yakıştıramıyorum onlara. Kuşkusuz her sanatçı böyledir demiyorum, diyemem de… Bir sınıf arkadaşım için Ankara’da düzenlenen “Sanatı ve Sanatçı Kişiliği” konulu bir toplantıya katılmıştım. Konuşmacılar ondan övgüyle söz ettiler. Son olarak “Şeytanistan” adlı romanı, tiyatro sanatçılarınca sahnelendirildi. Perdenin kapanışında yeniden beğeniyle alkışlandı. Arkadan sahneye çağrılan sanatçı, oğlunun yardımıyla kürsüye geldi. Ödülünü aldı. Oldukça yaşlı ve bitkindi. Titrek bir sesle kendisine gösterilen bu vefa için teşekkür etti. Kısa konuşmasının sonunda “Ne olur dostlar, artık bana ödül vermeyiniz. Her ödül alışımda kendimi topluma yeniden borçlanmış hissediyorum. Yaşım hayli ilerledi. Borcumu ödeyecek gücüm de kalmadı.” Dediğinde daha çok alkışlandı. İşte alçak gönüllülük buna denir. Usta bir şaire-yazara da bu yaraşır doğrusu dedim içimden. O günden sonra sanatçıya yetkinliğin, alçak gönüllülüğün ne de çok yakışacağı savı usumun başköşesinde yerleşip kaldı. Sanatı beğeni kazanan sanatçı bunu iyi özümsemeli. Kimsenin kimseye şu veya bu nedenle zorunlu olmadığını da bilmeli. Kendini dev aynasında görmenin, bunu bir kişilik sorununa taşımanın bir yararı olmayacağını düşünüyorum. Kişinin sanatıyla kişiliği örtüşmüyorsa, sanatına duyulan beğeni ve sevgi kişiye yansımaz. Oysa sanatçı kişinin kişiliği de bundan payını almalı bence. Almalı ki sanatıyla kişiliği arasında bir tutarlılık gözlenebilsin. Ben böyle algılıyorum sanatçıyı. Kuşkusuz o da “Önemli olan benim sanatım, kişiliğimden kime ne?’ diyebilir. Öyle düşünüyorsa benim bir diyeceğim kalmaz. Kimi sanatçılarımız beğenileri yeterince özümseyemiyorlar. Aksine yukarıdan bakma hamlığına düşüyorlar. İstenilir ki sanatçı sanatıyla birlikte kişiliğini de geliştirsin. Saygın bir noktaya gelsin. Çünkü sanatçı yaratıcı kişidir. Sanatı kadar kişiliğiyle de saygın olmalıdır dersek, fazla bir şey mi istemiş oluruz? Sanatçı biraz da çelişkili kişidir. İkilemleri olması doğaldır. Hatta öz kişiliğiyle sanatçı kimliği zaman -zaman çatışan insandır. Ama bunu okuyucuya ya da sanatsevere yansıtmanın yanlış olacağına inanıyorum. Biliyorum ki sonuçta her şey insan içindir. İnsan hangi konumda olursa-olsun, insan olduğu için saygındır. İnsan onuru taşıdığı için saygıya lâyıktır; salt konumu için değil elbette. Öyleyse sanatçının biraz da incelikli, alçakgönüllü, hoşgörülü olması gerekmez mi? Başarı hiçbir zaman başkalarını küçük görme hakkı vermemeli, başarana. Büyüklük o ki insan büyüdükçe alçakgönüllü, hoşgörülü ola… Başarının gururuna yenik düşen sanatçı, saygınlığını yitirir. Kibir onu gönülden uzaklaştırır, küçültür. Aksi ise onu büyütür, gönle indirir, kalıcılığa ulaştırır. Kendilerine özel ve erişilmez konumlar seçenler, iyi bir sanatçı olsalar bile sevimsizlikten, kurtulamazlar. İtici kişilikleriyle sanatlarına gölge düşürürler. Bu nedenle sanatçıların, sanatseverlerle, okuyucularla ve dinleyicilerle bütünleşmesi gerekir, değil mi? Kim olursa- olsun, kendini aşamayan, benlik duygusunun tutsağı olan insanların saygınlıklarının zedeleneceğini düşünüyorum. Bu nedenle havalara giren, çevresini küçük gören kişi, iyi bir sanatçı olsa da iyi bir insan olamaz, değil mi? Hiçbir edinim, hiçbir başarı insanın kendisinden daha değerli olamaz. Çünkü onların yaratıcısı da insandır dersek, yanlış mı olur?