‘Şehir’ köken itibariyle Farsçadır, ‘Şehr’ den türemiş ve Türkçeye şehir olarak girmiştir. Bu kelime aynı zamanda kent ve site olarak da kullanılır. Türk toplumu yerleşik hayat sürmediği için şehir kelimesi dilimize başka kültürlerden geçmiştir. Şehir farklı kültürlerde de; Medine, Civile, Site veya Polis kelimeleri ile tanımlanmıştır. Medeni ise şehirli, şehirli insan demektir. Buradan da anlaşılacağı üzere medeniyetin ilk şartı şehir kurmak ve şehirli olmaktır. Zira medeniyet ilk önce şehirde ve şehirlerin kurulmasıyla başladığı için medeni ile şehirli aynı anlamda kullanılmıştır. Bu nedenle medeniyetin doğması ve gelişmesi için şehirlere ve şehir hayatına ihtiyaç hasıl olmuştur. Tek başına veya göçebe yaşayan toplumların medeniyet üretme imkanı (Sadece kendilerine has kültür oluşturabilirler) bulunmamaktadır. Medeniyetin doğması için insanların bir arada yaşaması ve bu yaşam sırasında çeşitli binalar yapılar ve eserler vermesi ayrıca birlikte yaşamın ortaya çıkardığı sorunlarla karşılaşması gerekmektedir. İşte birlikte yaşam sırasında ortaya çıkan sorunların çözümü, ihtiyaçların giderilmesi ve karşılıklı ilişkilerin düzenlenmesi için yapılan insani gelişmeler ve çözüm yolları medeniyeti doğurmuştur. Medeniyetin oluşması ve gelişmesi için bir arada yaşamak (şehir) temel faktördür. Hatta çok ve çeşitli insanların bir arada yaşaması sorunları çoğaltacak bu da medeniyetin daha hızlı gelişmesini ve ilerlemesini sağlayacaktır. Tabi bu çözüm yolları insani olmak zorundadır. Vahşi ve hayvani çözümler medeniyet değil, vahşet doğurur. Zira daha öncede belirtildiği gibi birlikte yaşamanın ortaya çıkaracağı sorunlar ve meydana gelen ihtiyaçlar daha doğrusu bunların insani çözüm yolları medeniyeti oluşturmaktadır. Günümüzde de medeni kabul edilen toplumlar uzun zaman bir arda ve şehirlerde yaşayanlardır. Şehirleşemeyen (şehirde yaşasa bile) ve şehirleşmenin getirdiği sorunları çözümleyemeyenler ve birlikte yaşama sırrına eremeyenler medeniyete uzak olanlardır.
Şehir demek bir arada yaşama kültürü demektir. Bir arada yaşamak ise bazı sorunların ve ihtiyaçların ortaya çıkması demektir. Bu sorunlara çözüm yolları ve ihtiyaçların temini için yapılan faaliyetler medeniyeti ortaya çıkarmıştır. En basitinden örneklerle şehirleşmenin ve şehir hayatının nasıl bir medeniyet inşaa ettiğini görelim. Kırda ovada yaşayan insanlar için tuvalet ihtiyacı her yerde giderilebilir. Ama şehirde mutlaka bir tuvalete ihtiyaç vardır. Tuvalet yapıldıktan sonra zamanla kuyular yetersiz kalacak ve onun gideri için kanalizasyonlara ihtiyaç duyulacaktır. Kanalizasyonların yapımı yolların ve caddelerin düzenli olmasına, yolların sürekli kullanılması nedeniyle tozması ve yağmurda çamur olması onun parke veya taş ile kaplanmasına ayrıca insanlarla at arabalarının veya otomobillerin bir arada gitmesi kaldırımların icat edilmesine, trafik sorununun çıkması trafik kurallarının ve trafik lambalarının icadına neden olacaktır. Sürekli farklı insanlarla karşılaşmak ve yabancıların gelip ticaret yapması otellere, lokantalara vd. ihtiyaçlara neden olacak ve hayat böylece çeşitlenerek renklenecek ve ortaya yeni yeni sorunlar ve çözüm yolları çıkacaktır. Tüm bular da medeniyeti oluşturacaktır. İbadet için ibadethaneler, sultanlar ve hükümdarlar için saraylar, misafirler için oteller, lokantalar inşaa edilecek, ticaret haneler, kervansaraylar, hanlar ve hamalar yapılacaktır. Eskiyen evler yenilenecek, yenilenen evlerin daha güzel olması istenecek evler ve ibadethaneler çoğaldıkça birbiriyle kıyaslamalar artacak ve en güzeline ulaşma dürtüsü otaya çıkacaktır. Bu da beraberinde mimarinin sanatın gelişmesine ve değişmesine neden olacaktır.
Paranın çoğu ticarette olduğu için ticaret insanları zenginleştirecek, şehirlerde zengin sınıfları doğacak ve bu zenginler yaşamak istedikleri lüks ve ihtişam için sanatı ve sanatçıyı destekleyecek böylece sanat da gelişecektir. Sokaklarda yürüyen insanların diğerlerinden farklı ve daha güzel giyinme ihtiyacı modayı geliştirecek, lüksün ve ihtişamın artması insanları farklı arayışlara itecektir.
İnsanlık tarihine baktığımızda da ilk insanların medeniyete kavuşması yerleşik hayata geçiş (yani tarımla) olarak kabul edilir. Mülk edinme ve köy kurma sonrasında medeniyetin ilk adımları atılmıştır. Bu ilk dönemlerde kurulan köyler ve yerleşim yerleri medeniyetin temeli olarak kabul edilir. Ancak günümüzde sadece yerleşik hayatta olmak ve yaşamak medeniyeti getirmez. Zira onun için şehir kültürünü edinmek gerekmektedir. Geçmişe dönemlere baktığımızda Mezopotamya, Mısır, Çin, Yunan ve Roma da kurulan devletlerin ilk medeni toplumlar olduğunu görüyoruz. Bu devletler şehirleşmeye erken geçen ve şehir hayatını başlatarak medeniyeti yaşayanlardır. Bu toplumlar medeniyetin ilk tohumlarını atarak ve onu geliştirerek günümüze kadar gelmesini sağlamışlardır. Daha sonraki dönemlerde de farklı toplumların katkılarıyla insanlık medeniyeti günümüze kadar yükseltmiştir.
Türk tarihine baktığımızda da ilk medeni devlet olarak Uygurların kabul edildiğini görüyoruz. Her ne kadar Uygurlardan önce devletler kurulsa da Uygurların ilk Medeni Türk devleti olduğu kabul edilir. Zira Uygurlar, Türk tarihinde yerleşik hayata geçen yani şehir hayatı yaşayan ilk topluluktur. Medeni kelimesinin karşılığının dilimizde Uygar olması ve bu kelimenin Uygur Devletinden doğması tesadüf olmasa gerek. Uygar kelimesi şehirli ve yerleşik hayata geçen Uygur kelimesinden türemiştir. Daha sonraki zamanlardaki devletler şehirler kurmuş olsa da halkının çoğunluğu göçebe olduğu için güçlü bir medeniyet oluşturulamamıştır. Bu nedenle geçmiş dönemler incelenirken; İslam öncesi Orta Asya Türk Devletleri ve İlk İslam Türk Devletleri olarak anlatılır (lise tarih kitapları). Türk tarihindeki en büyük devleti ve medeniyeti oluşturanlar ise Osmanlılar olmuştur. Zaten ders kitaplarında Osmanlı tek başına Medeniyet (Osmanlı Kültür ve Medeniyeti gibi) olarak anlatılmaktadır. Devletin kuruluş yıllarında göçebe hayat etkili olsa da İznik, Edirne ve Bursa gibi şehirlerin fethi ve buralara yerleşilmesi Osmanlı medeniyetinin temellerinin atılmasına neden olmuştur. Yılların imparatorluğu Roma’nın Doğu başkenti İstanbul’un fethiyle Osmanlı farklı bir döneme girmiş ve Hristiyan Roma şehrinin yeniden İslam şehri olarak imar edilmesi Türk İslam mimari ve şehir hayatını geliştirmiştir. Roma ve İran medeniyetlerinden de esinlenen Osmanlı kendi Göçebe kültüründen çıkıp kendine ait bir medeniyet oluşturmuştur. Ancak Türk tarihindeki en büyük medeniyeti oluşturan Osmanlı bile ülkesini şehirleştirememiş ve şehir hayatında geri planda kalmıştır. Özellikle Anadolu ve doğu toprakları bu nimetlerden uzak kalmış balkanlar ve Avrupa toprakları (daha önceden şehirleştiği için) daha hızlı ulaşmıştır. Yani şehirleşme daha çok gayri Müslümlerin yoğun olduğu yerlerde artmış diğer yerlerdeki kırsal hayat tüm hızıyla devam etmiştir. Zira Osmanlı tebaasının ana unsurunu oluşturan Türkmenler göçebe idi. Devletin iskân politikası gereği fethedilen topraklara yerleştiriliyorlardı ama göçebe ve hayvancılık faaliyetlerini bırakmıyorlardı. Anadolu’da yerini yurdunu kurmuş boylar ise yüzyıllardır devam eden kır kültürünü yaşamaya devam ediyordu. Yerleşik hayata ve şehirleşmeye sıcak bakmıyordu. Hatta Yörükler şehirleşmeye ve yerleşik hayata geçmeye direniyordu. İlk dönemlerde bu duruma ses çıkarılmasa da son dönemlerde sert tedbirler ve kararlar alınarak Yörüklerin yerleşik hayata geçirilmesi hedeflenmiş ancak bu karar kabul görmemiş hatta dirençle karşılaşmıştır. Yüzyıllardır alışkın oldukları hayattan vazgeçmek istemeyen Yörükler buna direnmiş hatta bazıları isyan etmiştir.
Buradan da anlaşılacağı üzere şehirleşme ve şehir kurma üzerinde kavimlerin ve milletlerin yaşam tarzları büyük etkiye sahiptir. Hayvancılıkla uğraşanlar göçebe hayat tarzını seçerken, tarım ve ticaretle uğraşanlar yerleşik hayatı tercih etmiştir. Bu nedenle göçebe hayat tarzı sürenler geç, tarım ve ticaretle uğraşanlar ise erken dönemlerde şehirleşmiş ve şehir kültürünü benimsemiştir.
Yaşam tarzının dışında dinin de yerleşik hayata geçişte önemli bir rol oynadığını düşünüyorum. Zira ilk tapınak olan Göbeklitepe aynı zamanda insanlık tarihinin de ilk yapı taşıdır. Tapınak ve ibadet nedeniyle insanlar bu yapıdan uzaklaşamayacaklar veya uzaklaşsalar bile yine buraya dönmek zorunda kalacaklardır. Hatta ileriki dönemlerde de buraya yerleşeceklerdir. Ayrıca yerleşik hayata geçen ilk Türk toplumu olan Uygurlar da, din değiştirmeleri nedeniyle yerleşik hayatı tercih etmişlerdir. Yeni dinlerinin dayattığı hayat tarzını yaşamak için yerleşik hayata geçişi seçmişlerdir. İbadet yapmak için kendilerine yeni tapınaklar ve tapınağın ardından evler, saraylar ve diğer binalar yapılmıştır. İlk medeniyetlerde de sonrakilerde de medeniyet göstergesi olarak yapılan ibadethaneler dikkati çekmektedir. En büyük ve ihtişamlı yapılar ibadethaneler veya saraylar olmuştur. Bu ibadethanelerin yapısı ve mimarisi onların medeniyette geldiği noktayı ve medeniyet seviyesini göstermiştir.
Tabi her yerleşik hayata geçen veya şehirde yaşayan medeni demek değildir. Kırsalda yaşanılan hayat medeniyeti geliştirmediği gibi kırsal hayat yaşanılan şehirlerde de medeniyet gelişemez ve ilerleyemez. Geçmişte de günümüzde de bir ülke hakkında bize bilgi veren en iyi şey o ülkenin şehirleridir. Şehirdeki mimari, sosyal ve içtimai hayat, sokakları caddeleri, kullanılan araç gereçler o şehrin inancı ve medeniyeti hakkında bilgi verecektir. Hatta şehrin sokak, mahalle ve meydan adlarından o şehrin siyasi ve dini görüşünü anlayabilirsiniz.
İşte buradan da anlaşılacağı üzere medeniyetin doğuşu şehirdir. Gelişimi de şehirden olacaktır. Bu nedenle toplum ve ülke olarak şehir hayatına geçmek şehirli olmak zorundayız. Şehir kültürünü oluşturmadan şehirde yaşamak boş kalabalıkların bir arada kavgayla yaşaması hayatı birbirine zehir etmesi demektir. Çünkü şehirde yaşamak tek başına bizi şehirli kılmıyor. Asıl iş onun getirdiği medeniyeti yaşamaktır.