Anlatı: Yaşlı gözlerinde sanki bir başlangıç, bir bitiş, bir acıklı hayat hikâyesi yazılıydı… Kırlangıç kuşları kadar savunmasız, kırık kanatlarla uçmaya çalışan… Öyle derin öyle manalı bakardı ki! Onun gözlerinin derinliklerine bakmayan anlayamazdı. Kanayan gözlerini kimsecikler görmek istemezdi. İçine akardı o garip kanı! Bulutların öbek öbek toplandığı gözbebeklerinde hüzün sarmaş dolaş olmuş, yapışık siyam ikizi gibiydiler. Yağmur gibi akardı o dinmeyen gözyaşları... Sıradan biri asla silemezdi. Onun karşısında rahat yaşıyor olmanızdan pişmanlık duyar gibi olurdunuz. Hatta ufalırdınız… Umursamaz davranıyor gibi görünmeye çalışsanız da, bu sizi daha çok utandırırdı. Sırtında asırların ağırlığında kocaman bir yük taşır, dururdu. Sanki taşımak zorundaymış gibi! İncindiğini-incittiğini görürdünüz! Ağır ağır nefes alıp vermesinden bu anlaşılırdı… Ahu zarı alaimisema’ ya ulaşıyor gibiydi. Bir şeyler yapamamanın çaresizliği içinde kıvranırdınız. ‘Bir şey yapmalı! Bir şeyler yapmalı!’der dururdunuz. Ama o durmazdı. Sırtında ki o yükü taşımaya devam ederdi. Nedense durmaya zamanı olmazdı. Zaman acımasızdı ona… Geçer giderdi hayatının en ücra en salaş en kimsesiz en fakir en hoyrat kıyısından… Farkına bile varamadan! Mühürlü kalbi anlaşılamadığına üzülüyor gibiydi. Sanki kalbinin bir canı yokmuş gibi… Koyu çizgiler olan alnında, merhametsizliğin vicdansızlığın adaletsizliğin nefretin kinin derin yaraları vardı. Öyle çabucak geçecek cinsten de değildi! Derin yaralardı… Silinemeyen yaralardan. Baktıkça kanayan, kanadıkça acıtan acıttıkça inleten yaralardan… Gözleri çağlar kadar sert ve ihtiyar bakardı. Geçmiş yıllar sanki coşkun bir ırmak olup, koşardı bakışlarında. Oysa dudakları susuz kalmış çorak topraklar gibiydi. Öyle bir mecâlsiz öyle bir manasız ve konuşamayan. Konuşsa kim dinlerdi ki? Gençliği ellerinin arasından bir yıldız gibi kayıp gitmiş, hüzün yüklü umudu Kaf Dağı’nın ardında kaybolmuş, umarsızlığına hayıflanıyor gibiydi. ‘’Bu yükü artık taşıyamıyorum!’’ ‘’Bu suçu neden omuzlarıma yüklediniz?’’  ‘’Altında eziliyorum!’’ ‘’ Görmüyor musunuz?’  diye fısıldadı. O an, gökyüzünde devasa kanatlarını açmış bir Simurg yakınına geldi ve ‘’Adın ne senin? Diye sordu. Din. Dil. Irk, ayrımı yapmadan. Dünya da ki tek adını söyledi. ‘’ Adım, Adem-i İNSAN. ‘’dedi. Simurg : ister misin birlikte uçalım mı? Adem-i insan: ‘’Kanatlarım kırık uçamam… Düşerim.’’ Simurg:‘’Ben varım, tutarım, benim kanatlarım var, düşmene izin vermem. Sen benim düşmeme izin verir miydin?’’ diye sordu ardından. Cevap verdi Adem-i İNSAN: ‘’Aslaaaa!’’ ‘’O zaman mesele yok! ’’ Simurg hemen kanatlarını açtı. Adem-i insan. ‘’Nereye gidiyoruz, Zümrüt’ü Anka Kuşu? ’’ diye sordu. Simurg : ‘’ Bilmiyor musun? Kaf Dağı’ nın arkasında Bilgi Ağacında yuvam var benim. Yalnız yedi dipsiz çetin vadiyi aşmanız gerekiyor. Birincisi; İSTEK, ikincisi; AŞK, üçüncüsü; MARİFET, dördüncüsü; İSTİSNA, beşincisi; TEVHİD, altıncısı; ŞAŞKINLIK, yedincisi; YOKOLUŞ... ‘’Uçarım, gidelim’’ dedi Adem-i insan. Peşlerinde onlarca kuşla birlikte uçmaya başladılar. Masmavi gökyüzünde enginlerde yükseklerde uçtular uçtular uçtular… Uçmaya devam ettiler. İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevi şeylere takılanlar, yolda birer birer döküldüler. Yorulanlar, düşenler oldu. Önce ‘’Aşk Deniz’inden’’ geçtiler, sonra ‘’ Ayrılık Vadisi’nden’’ uçtular, ‘’ Hırs Ovası’nı’’ aşıp ‘’ Kıskançlık Gölü’ne’’ saptılar. Kimisi ‘’ Aşk Denizi’ne ‘’ daldı, kimisi ‘’ Ayrılık Vadisi’de’’ koptu, kimisi hırslanıp düştü ovaya, kimi kıskanıp battı göle… Önce ‘’Bülbül’’ dönmüştü güle olan aşkını hatırlayıp; papağan o güzelim tüylerini bahane etmişti, ( oysa o tüyleri yüzünden kafese kapatılmıştı.); Kartal yükseklerde ki krallığını bırakamamış; Baykuş yıkıntılarını; Balıkçıl kuşu bataklığını özlemişti… Ve nihayet beşinci vadiden geçtikten sonra ‘’ Şaşkınlık ve sonuncu vadi olan ‘’Yok oluş Vadi’sinde’’ bütün hepsi umutlarını yitirdiler. Kaf Dağı’na vardıklarında ise sadece otuz kuş kaldı. Otuz kuş Simurg demekti. Simurg’un yuvasını görünce o an kendi benliklerine doğru yolculuk yaptıklarını anladılar. Benliklerine yenik düşenler yarı yolda kalmıştı. Son söz ‘’Her birimiz için kendi gökyüzümüzde uçma zamanı gelmedi mi?’’ Ne dersiniz! Gününüz sağlık ve başarılarla geçsin. Hoşça kalınız.  Pir Sultan Abdal: ‘’Kırk kapının kilidiyim! Açabilirsen gel beri…’’