Eleştirmek Hatayı farkına varıp onun düzeltilmesine yol açan bir kavram dilimidir.

Eleştirmekten ziyade ise Eleştiriyi kabullenmek ise bir erdemliliktir.

“Eleştiri mükemmele açılan kapıdır” tamam da eleştiriyi sadece birileri yaparsa mı mükemmele açılıyor kapı?

Mesela eleştiriyi kendisinde hak görenlerin kendilerini eleştirdikleri bir tek yazıları, söylemleri var mıdır acaba?

Eleştiri hakkını kendilerinde en fazla gören kesim olan gazetecilerin, köşe yazarlarının (kendim de bu gruba dahilim) kendilerini eleştiren bir tek yazılarını görmedim ben.

Örnek olarak, yaptıkları haberin asılsız çıkması halinde o haberden aldıkları iştahın binde biri kadar da olsa bir özür dilemeleri, bu konuda bir özeleştiri yaptıkları görülmüş şey midir?

 Bu konuda zorlayıcı kanunlar da olmasa eğer, 7/24 başkalarını eleştirmekten asıl işlerine dönemeyecekler neredeyse.

İddialı olarak ortaya attıkları bir olayın aslında tam tersi bir durumla karşılaştıklarında siyasetçilerin birbirlerinden özür diledikleri de çok yaşanan bir durum değil.

Tam aksine yanlışları ortaya çıkanlar, gemi daha da azıya alarak yanlışlarına devam ediyorlar.

Vardır mutlaka yaptığı yanlıştan pişman olup “ben ne yaptım, Allah kahretsin beni, adamların hakkına girdim” diye kendisine beddua eden kimseler de vardır belki ama gerek medyada, gerekse sosyal medyada dolaşan yalan yanlış haberlerin yanında bu pişmanlık yazılarının esamisi bile okunmaz. Şahsen ahlaklı olmanın yeri, mekânı, makamı olamayacağını düşünmekteyim.

Etik değerleri önemseyen tüm insanlara selam olsun.

Zaten mesela medya etik kurallarıyla da bu durum perçinleşmiştir.

Gelin görün ki bu etik kurallara uyma oranının nispeti kayda değer midir tartışılır.

Yalanı kendi çocuklarımıza tavsiye etmiyoruz da kendimiz yalanın beline vura vura sakat bırakıyoruz. Doğruluğun dürüstlüğün, ahlaklı olmanın faziletlerini her mecliste anlata anlata bitiremiyoruz da iş kendimize gelince yalanın adı “pembe yalanlar” oluveriyor.

Dürüst değiliz vesselam.

Hatamızı bile bile hatamızda ısrar etmemiz başka hatalara yol almamıza neden oluyor.

Yanlışlığını bile bile konu hakkında savunma yapmamız ihtirasımızın, egomuzun çok yükseklerde olduğunun işareti…

“Beşeriz, şaşarız” deriz hâlbuki hep.

Evet, bu söz bile ufak bir özeleştiridir.

Haddimizin sınırlarını çizen bir deyiştir ama hepsi atasözlerinde, deyişlerde kalıyor bu durum. Kendimiz yazmazsak, kendi hatalarımızı bilmezsek, görmezsek başkalarının hatalarını yazmaya da hakkımız olmamalı.

Bu konuda İlker Yiyen’i tebrik ederim ve her zaman takdir ederim.

Önce iğneyi kendisine batırır, sonra çuvaldızı başkasına…

Bir konuda birini suçlarken genel kabul görmüş ölçeklerle ölçüp, tartıp öyle yargılama yaparsak daha isabetli şeyler yazabiliriz.

Böylelikle, başkalarını boş yere rencide etmemiş oluruz.

Adaleti hep başkalarından talep edip kendimiz ondan uzak kalır isek hiçbir anlamı yoktur yaptığımız şeyin…

Eskiler; “İslam’ın şartı beş, eğer altıncısı olsaydı haddini bilmek olurdu”  demişler.

İlker Yiyen’de yazılarında haddini bilerek yazıyor ve yerli yerinde yazıları ile gereken yerlere sesini duyuruyor.

Bu nedenle kendisini takdir ediyorum.

Kısaca özetlemek gerekirse Bugün başımıza gelenlerin çoğu kişileri düzeltme gayretinden değil, kendimizi düzeltememe yani haddimizi aşmaktan kaynaklıdır.

İnsanoğlu başkalarını eleştirmekten dolayı kendi yaptığı hataları görmemeye başlar.

“Bütün hatalar onda, bende hiçbir hata yok” saplantısına düşer ki, insanlığın ulaşabileceği en büyük kötülük budur.

Bu durum daha da ilerlerse eğer, kişi kendisini peygamber gibi Mehdi gibi görmeye başlar ki, günümüzde bunun örnekleri de çok fazladır.

Atalarımızın; “iğneyi kendine, çuvaldızı başkalarına batır” şeklindeki özdeyişi ne kadar isabetlidir…

Kişi özeleştiri yaptığı nispette olgunlaşır, kendine güveni artar, başkalarıyla meşgul olmaktan ve en önemlisi de kibirden kurtulur.

Sürekli olarak başkalarıyla uğraşmak, kendi öz benliğimizi unutmamıza neden olur ki, bunun sonucu toplumdan dışlanmaktır.

Bilmem anlatabildim mi?