(Deneme) Tepkilerimizi önyargılardan arındırabiliyor muyuz? Ne zaman dışa dönük bir objede tepkilerim yoğunlaşmaya başlasa, kendimi frenleme gereği duyarım. Aklın penceresine koşar, kendimi zamanın sabrına bırakırım. Bilirim ki böyle anlarda zaman en etkili otayıcıdır. Çok geçmez duygusallığımın kara bulutları dağılır, fırtına diner, güneş yeniden doğar; yüreğim aydınlanır, ısınır. Bana kendimi sorgulama, gerçeği bulma, kabullenme fırsatı verir. Öncelikle tepkimin oluşumunda benim ne kusurlarım olduğunda yoğunlaşırım. İçe dönük bir algılamadan yola çıktığımda kendi kusurlarım ayan-beyan çıkar ortaya. O zaman haksızlığımı anlar, tepkilerimi yumuşatırım. Yetmezse özür dilerim. Çünkü özür dilemenin bir zaaf olmadığına, aksine bir erdem olduğuna inanırım. Bu da beni çok rahatlatır. Benlik duygusunu ezmenin, doğruyu- hakkı, hak sahibine telim etmenin hazzını duyar, mutluluğunu yaşarım. İnsanın öncelikle kendisiyle, sonra da çevresiyle barışması ne güzel bir erdemdir değil mi? Kuşkusuz bu davranışın kendi tekelimde olduğunu söyleyemem, söylemem de doğru olmaz. Çoğumuz yapar, benimser ve de isteriz bunu. Vicdanımızda iyi bir yargılama bizi bu gerçeğe götürür-götürmesine de bunu uygulama istencimizi kullanabiliyor muyuz? İşte sorun burada. Bunu aştığımız zaman kuşlar gibi hafifleriz elbette. Ne var ki çoğu zaman içimizdeki benlik canavarı gelenekselliğin olumsuzluğu ile işbirliği yapar, itirafın, doğruyu yüreklice söylemenin, hakkı telsim etmenin yolunu keser. Bu nedenle ikilemin çıkmazından bir türlü sıyrılamayız, pis gururumuza yenik düşeriz. Bir yanı gurur, diğer yanı erdem olan çift kişilik bizi hepten mutsuz eder. Çünkü onları bir arada barındırmayız. Yüreğimizi ezen yükten kurtulma iradesini gösterememek çok kötü elbette. Bizi, belki de yeni doluluklara yeni tepkilere sürükleyecek öz benliğimizdeki savaştan utkuyla çıkmamızı engelleyecek yüreğimizi ezecektir, bu saklamacılık. İnsan yüreği kire oldukça duyarlıdır. Kir bir kez pasa dönüşmeye görsün çürütür yüreğimizi, katılaştırır bizi. Yürek işlevsizleşirse hepten karanlıkta kalırız. Yolumuzu-yordamımızı bulamayız. Rotasız bir gemi, serseri bir mayına döneriz. Bizi aklımızın, yüreğimizin sesine uymaktan, gerçeğe güzele sahip çıkmaktan alıkoyan nedir? Bana göre sorunun altında ağırlıklı olarak çevreden, aileden aldığımız olumsuz çağ dışı geleneksel ve toplumsal değerler vardır: Küçük düşme, ayıplanma, kınanma korkusu. Oysa kendi içimizdeki özgün duyguları, yargıları baskı altında tutmak, kendimizi inkâr etmek daha mı kolaydır? Bence değildir. Benlik duygularımızın ölçütleri içinde kaldığımız sürece, aslında olumlu çevrenin gözünde büyümez daha da küçülürüz. İnsanoğlu gerçeklere, iyiye, güzele, doğruya nedenli aklın penceresinden, sevginin gözlüğüyle bakabiliyor, sahip çıkabiliyorsa o denli insan, o denli çağdaş ve saygındır bence. Bir bunu anlayabilsek, yaşam anlam ve kalite kazanır, demeye çalışıyorum. Benlik tabularımız hiçbir zaman gerçeği uzun vadede örtemez. Bizi erdemlere taşıyamaz diye düşünüyorum.