Andığımız seçkin ortamlarda bulunmak dâhil, kıt-kanaat geçimine bakmadan en iyi şekilde yetişmek için nice engelleri aşmış, zamanın vasıflı hocalarının elinde başarılı bir hukuk tahsili de yapmış böylesi bir insan, ya akademiye yönelip değerli bir bilim insanı ya da parlak bir avukat olabilirdi. Oysa mezuniyetten sonra henüz iki-üç yıllık avukat iken patlak veren 27 Mayıs İhtilâli onu önce Yassıada avukatlığına, sonra da sanki bu işin tabii bir uzantısı gibi siyasetçi olmak “talihsizliği”ne maruz bırakmıştır, denilebilir. Neden talihsizlik saydığımızı aşağıda ortaya çıkacaktır.
Önce kısaca Yassıada avukatlığı sürecine temas edecek olursak, gerek sanıkların kendilerini ifade etme, gerekse avukatlık yapma şartlarının bilerek kısıtlandığı, yani en basit “savunma hakkının bile engellendiği” bir ortamda içler acısı manzaralar ve tezgâhı kuranlar bakımından da yüzkarası bir hukuk serüveni. “Adaletin tecelli ettirilmesi” gibi bir kaygı bulunmayınca, hâliyle asla “hukukî” olmayıp, fakat “tamamen siyasî nitelikteki” muhakemelerin hepsinin kaderi bu, demek yetiyorsa eğer, biz de yetinelim. Ama zamanın sözde muhakeme heyeti (en başta Salim Başol olmak üzere), hiç değilse asgarî yargı şartlarını tesis edip nihaî tasarrufun günahını cuntaya bıraksalardı, en azından sonraki yıllarda çoğalacak yargı güvensizliklerine yol açmış olmazlardı. Genç avukat Ferruh Bozbeyli’nin, öncelikle Yassıada sanıklarından zamanın hem DP milletvekili, hem de Türk Ocakları Genel Başkanı olan Prof Osman Turan’ı savunduğunu, (rahmetli Turan Hocanın da bu dâvadan beraat ettiğini) biliyoruz. İlâveten, Yassıada mahkemesinde ifade verirken ölen Sağlık Bakanı Lütfi Kırdar’ın cenazesinde “tekbir getirmek” gibi, bilmem nerde “hu çekmek” gibi, yok “İstanbul’dan Yassıada’ya tünel kazıp DP’lileri kurtarmaya teşebbüs etmek” gibi “suçlar”dan icat edilmiş “mezarcılar”, “hu hu’cular”, “tünelciler” adlarıyla tarihe geçen dosyalardan aldığı “Balmumcu dâvaları” da var. Fakat biz bütün bunları bir cümleyle zikredip asıl şimdi Ferruh Bozbeyli’nin, hangi şartlarda siyasete girdiğine bakalım:
Siyasetin Göbeğinde
Öncelikle şunu kaydetmeliyiz; 27 Mayıs Komitacılarının DP kadrolarına getirdiği siyasî kısıtlama sebebiyle birçokları gibi Ferruh Bozbeyli de genç ve genel hatlarıyla tecrübesiz olarak siyasete girenlerdendir. Ama o, herkesten farklı olarak bilgi eksiklerini gidermek için sürekli kendisini yetiştirmeye çalışmakta, özellikle 1946’dan 1960’a kadar olan sürede tutulan Meclis zabıtlarına sık sık başvurmaktadır. Bu özelliği Bozbeyli’yi hep yönetici kadrolar içinde tutmaya yetmiş, erdemli siyaset yapması için de ona fırsatlar hazırlamıştır.
Bozbeyli’nin siyaset yaptığı dönem (1961-1978 arası), Türkiye’nin siyasî ve sosyal çalkantılar içinde geçen en kritik yıllarıdır. On yedi yılın genel siyasî tablosu, bilindiği gibi kaba hatlarıyla şöyledir: Her şeyden önce 27 Mayıs sonrası Yassıada’da yargılananlardan eski Dışişleri Bakanı Zorlu ve Maliye Bakanı Polatkan ile Başbakan Menderes’in idamları MBK tarafından onaylanmış ve ne acı ki, 15-17 Eylül tarihlerinde infaz edilmişlerdir. (CHP lideri İsmet Paşa’nın “asılmamaları için” Gürsel’e mektup yazması, Gürsel’in “Yassıada Gardiyanı” Albay Tarık Güryay’a son anda telefon etmesi para etmemiştir.) Âdeta süngülerin gölgesinde siyaset yapılmaya çalışılmaktadır. Bu ağır psikolojik baskılar altında yapılan 15 Ekim 1961 seçimlerinde CHP, kendinden yana basının ve askerlerin bütün gayretlerine rağmen, Meclis’e ne tek başına iktidar olabilecek ne de Cumhurbaşkanını seçecek sayıda üye gönderebilmiştir. Başta askerler olmak üzere herkes tedirgindir: Askerler, Komitacıların başı Gürsel’i Cumhurbaşkanı seçtirmek telâşı, İsmet Paşa ve CHP ileri gelenleri Ordu’nun kışlasına dönüp dönmeyeceği endişesi, AP’liler ise CHP ve askerlerin kendilerine rahat siyaset yaptırmayacağı korkusu içindeler. 1965 seçimlerine kadar art arda üç koalisyon, bir cumhurbaşkanlığı seçim krizi (Gürsel’in seçilmesi), iki askerî darbe teşebbüsü (22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 Talat Aydemir kalkışmaları) yaşanır. 1965-69 arası, eğer 1968’de başlayan boykotlu-işgalli üniversite olaylarını saymazsanız, Demirel’li AP’nin düzenli kalkınma yılları olarak anılır. Ama askerlerin üniversitelerdeki anarşiyi kontrol bahanesi 12 Mart 1971 Askerî Müdahalesini getirir. Bu arada AP içindeki “Yeminliler” hareketinden kaynaklana hizipleşmeler (Demirel’in, kendine tâbi olmayan herkesi tasfiye plânı), AP’nin bölünmesine ve içinden Demokratik Partini’nin (DP) doğmasına yol açar. Bozbeyli de Yeminliler’in dışında kaldığı için önce Meclis Başkanlığından sonra da AP’den istifa eder. Ardından, gönüllü-gönülsüz DP’ye geçer ve hiç istemediği hâlde, âdeta mecbur bırakılarak bu partiye genel başkan seçilir (“Bozbeyli, S. Bilgiç’in kendisine “sen Genel Başkan olmazsan intihar ederim”, dediğini söylüyor). Celâl Bayar’ın da desteğiyle ilk zamanlar bazı çevrelerde DP, “sağ”ın yeni adresi zannını uyandırmıştır. Ama hayli ilginçtir, Parti’nin 1975 MC hükümetine girmesinin istenmemesi, yapılan kanaat oylamasında da Bilgiç dâhil “girmeyelim” diyenlerden 7 kişinin, “girelim” diyenlerden 2 kişiyle bir olup MC taraftarı olarak DP’den istifa etmeleri, 1973 seçimlerinde yüzde 12’ye yakın oy alan partinin 1977 seçimlerinde yüzde 1’lere kadar düşmesi, sonun başlangıcı olur. Ve 6 Mayıs 1978’de Bozbeyli siyasete, bir daha dönüp bakmayacak şekilde vedâ eder. İşte bu tablo içinde aktif siyaset yapan Bozbeyli’den birkaç somut anekdot aktararak “erdemlilik” örnekleriyle yazımızı sürdürelim.
(Devam edecek)