“Ya devlet başa, ya kuzgun leşe.” (Sultan II. Mahmud) … Vakit sabah ezanına doğru ilerlemişti. Ayaz, intikam hissiyle Tuğrul’un gözlerinin içine baktı. Tuğrul, mesajı almıştı. Kafesi tekrar eline aldı ve kararlı bir ses tonuyla; “Beyler, gelin size bir keklik hikâyesi anlatayım.” dedi. Kafes ile birlikte odadan çıktı. Ayaz ve diğerleri de onun peşinden dışarıya çıktılar. Darülziyafe’nin küçük bahçesindeki süs havuzunun önüne geldi ve durdu. Az ileride elindeki silahla nöbet tutan adama seslendi. “Çakalı buraya getirin!” Muharrem Bey ve Selim Demirhan’ın kafaları iyice karışmıştı. Tuğrul’un elinde bir kafes ve kafesin içerisinde iki keklik vardı. Şimdide nöbetçiye çakalı getirmesini söylemişti. Tuğrul’un şakacı biri olduğunu biliyorlardı ama bu kadar önemli bir operasyon öncesinde bu kadar garip davranmasına da bir anlam veremiyorlardı. Birkaç dakika sonra nöbetçinin önü sıra gelen çırılçıplak soyulmuş haldeki adamı görünce çok şaşırdılar. Ocak ayının ilk gecesinin buz gibi havasında, elleri plastik kelepçeyle kelepçelenmiş, saçı sakalı birbirine karışmış, çırılçıplak bir adamla karşı karşıya idiler. Selim Demirhan, biraz dikkatli bakınca adamı tanıdı. Buz gibi havada olmasına rağmen birden bire kan akışları hızlandı ve yüreğinin tam ortasında bir yangın kopuverdi. Dişlerini sıktı ve ardından Tuğrul’a; “Hakikaten bir çakal yakalamışsın Reis.” dedi. Tuğrul, elindeki kafesi havuzun kenarına bıraktı. Nöbetçinin getirdiği adamın saçından tuttu, arkadan diz bağlarına denk gelecek şekilde sert bir tekmeyle adamı dizlerinin üzerine düşürdü. Ayaz, adamı gördüğü anda tekrar Çapa’daki eski eşya satan dükkânı ve içinde yaşadıklarını hatırladı. Yavaşça adama yaklaştı ve sordu. “Seni nereye asayım? Beyazıt’a mı kurayım darağacını yoksa Taksim’e mi? Günlerdir beni öldür diye yalvarıyordun ya işte o gün, bu gecedir. Söyle, Dikilitaş’a mı asayım, Çemberlitaş’a mı? Benim için fark etmez, Galata Kulesi de olabilir.” Ayaz’ın ağzından dökülen sözler, Ocak ayının ilk gecesinin buz kesen havasından daha soğuktu. Muharrem Bey, Selim Demirhan ve Tuğrul, soğuktan olduğu kadar ölüm korkusundan da titreyen Kamil Akan’ın, Ayaz’a yalvarışını seyrediyorlardı. Kamil Akan, zangır zangır titrerken; “Kulun, kölen olayım beni affet, öldüreceksen de sık kafama beni el aleme rezil etme. Ben, eski bir subayım. Sonradan bu göreve geçtim. Şerefli bir asker olarak ölmek isterim,  beni kurşuna diz lakin beni asma!” diye yalvarıyordu. Ayaz, gözyaşlarına boğulmuş halde yalvaran Kamil Akan’dan başını çevirdiğinde süs havuzunun kenarındaki kafesi fark etti. Tuğrul’a döndü ve ekledi. “Reis, anlat da duysun bu soysuz çakal, meşhur keklik hikâyesini!” Tuğrul, Ayaz’ın son sözleri üzerine Kamil Bolat’ı bırakıp kafesi getirdi. İçindeki iki keklikten birini çıkarıp özgür bıraktı. Diğerini eline alıp yanlarına geldi. Özgür bırakılan keklik bir kanat çırpışıyla havalandı, Darülziyafe’nin üzerinde bir tur atıp gözden kayboldu. Henüz bir dakika olmuştu ki, elindeki keklik acı acı ötmeye başladı. Elindeki keklik o kadar içten ötüyordu ki, Darülziyafe’nin duvarlarında yankılanıyordu. Çok geçmeden, az önce serbest bırakılan kekliğin yakınlarda bir yerden ötmesi duyuldu. Özgür bırakılan kekliğin sesi git gide yakınlaşıyordu. Bu durum, bahçedeki herkesin dikkatini çekmişti. Tuğrul, acı bir gülümsemeyle konuşmaya başladı. “Dostlar, Cennet Mekân Yavuz Sultan Selim Han, adet olduğu üzere halkın durumunu öğrenmek ve esnafı teftiş etmek için tebdili kıyafetle saraydan çıkar. Kapalıçarşı ve birçok mekânı dolaştıktan sonra kuş satılan bir çarşıya uğrar. Çarşıda kuş türünün neredeyse tamamına yakını satılmaktadır. Birçok kuşla yakından ilgilenir, fiyatlarını kontrol eder. Bir dükkânın önünden geçerken keklikler dikkatini çeker. Kekliklerle ilgilenirken birinin fiyatının diğerlerinden oldukça yüksek olduğunu görünce meraklanır. Dükkân sahibini yanına çağırır ve sorar. “Bu kekliklerin fiyatı 1 altınken şurada duranın fiyatı neden 100 altın?” Kuşçu, “Beyim, bu keklik çok yeteneklidir. O kadar acı öter ki, çevredeki tüm keklikleri başına toplar. Bunu fırsata çeviren avcılar da sese gelen keklikleri avlarlar.” der. Yavuz Sultan Selim Han, hemen kuşağının içinde yüz altın olan keseyi çıkarıp kuşçuya verir ve kekliği satın alır. Yanında bulunan adamları, padişahın bir kekliğe bu kadar para vermesine bir anlam veremezler. Kuşçu, kafesiyle kekliği getirip Yavuz Sultan Selim’e uzatır. Padişah, hemen kafesin kapısını açıp kekliği dışarı çıkarır ve boynunu koparır. Etraftakiler padişahın hem yüz altın verip keklik almasını hem de aldığı kekliğin boynun koparıp atmasına bir anlam veremezler. Yakın dostu Hasancan, yavaşça yaklaşır ve neden böyle yaptığını sorar. Cennet Mekân Yavuz Sultan Selim Han, kaşlarını çatar ve “Kendi soyuna ihanet edenin sonu budur!” der. Hani padişah haksız da değildir. Bakın az önce birini özgür bıraktım. Bu elimdeki hemen dokunaklı bir ses tonuyla öterek arkadaşını buraya çağırdı. İhanet, terk edilecek kötü bir alışkanlık değildir bilakis maya ve meşrep meselesidir. Dolayısıyla hainin tövbesi olmaz. Bugün ihanet eden yarın da ihanet etmeye devam eder. Haine merhamet, mazluma ihanettir. Dolayısıyla Yavuz Sultan Selim Han’ın yolundan gitmek evladır.” diyerek sözünü tamamladı ve elindeki diğer kekliği de serbest bıraktı. Ayaz, Kamil Akan’ın tekrar yalvarmaya başlaması üzerine, sinirlendi ve çenesinden tuttu. “Hayatında bir defa erkek ol, adam ol. Çakal gibi yaşadın, ölmek üzeresin, hala çakal gibi davranıyorsun.” dedikten sonra cebinden çıkardığı çakıyla Kamil Bolat’ın alnına haç, göğsünün üzerine de Davut yıldızı çizdi. Kamil Akan, bir taraftan acı ve soğuktan titriyor diğer taraftan beni öldürme diye yalvarıyordu. Ayaz, nöbetçiye döndü, “Yağlı urgan hazır mı?” diye sordu. “Evet.” cevabını alınca; “Alın bunu, yağlı urganla birlikte aracın bagajına atın.” dedi. … Kahramanmaraş’ın yetiştirdiği yazarlardan Tarihçi Yazar Mehmet Işık’ın ‘Teşkilat-ı Mahsusa Operasyon’ kitabından bir kesiti paylaşmak istedim. Zira ‘Teşkilat-ı Mahsusa Uyanıyor’ serisinin ikinci kitabı olan Operasyon, yüzlerce yıldır ülkemiz ve devletimiz üzerinde üst akıl tarafından yapılan operasyonları ve bunun son hamlesi olan 15 Temmuz sürecini roman tadında en iyi anlatan ender kitaplardan biridir. Keklik hikayesi ise geride kalan yaklaşık sekiz ay içinde FETÖ’cülerin birbilrlerini satışını anlamak için ayrıca önemlidir. 15 Temmuz’u gençlere ve gelecek nesillere anlatmak ise hepimizin görevidir. Dolayısıyla istisnasız herkesin bu kitabı okuması ve okumasına vesile olması gerektiğine inanıyorum.