Savaş, darbe girişimi gibi konularla ilgili makaleler arasında kimi zaman, gündem dışı konuları girerek okuyucularımızı rahatlatmak gerek... Bugün de geçtiğimiz haftalarda ilkini yazdığım ab-ı hayat konusu ile hıdırelyas konusunu birleştirip, yazmak istiyorum. Halk arasında Hızır ile İlyas adında iki aziz zâtın, âb-ı hayat içerek ölümsüzlük kazandığına inanılır. Annem rahmetli bazen Maraşlıların hıdırelyas diye isimlendirdikleri günlerde evin bahçesinde veya bağda çamın altına, küçük taşlardan evcikler yapardı. Anneme “ne yapıyorsun” dediğimde, oğlum sana ev ve araba yapıyorum. Şunlarda çocukların derdi.  Sevinirdik sonra biraz da şakayla, anne biraz büyük yapsan iyi olmas mı deyince. Bizi hiç kırmaz, evi üç beş katlı yapardı… Neyse biz konumuza dönelim bu Hızır ve İlyas(as)dan birisi  karadakilerin, ikincisi denizdekilerin kurtarıcısı olarak kabul edilirmiş.  “Zaman zaman ehil kimselere gözükürler. İnsanlar bu iki zâtı görmeyi büyük bir lutf sayarmış. Hocamıza bir gün sohbette sorduk, onun aşık kemiğinden tanıyacağımızı söyler ve hemen dua etmemizi isterdi. Bütün bu halk inanışları bir yana, Kur'an-ı kerîm, Hazret-i Peygamber'den önce ve sonrasında kimsenin ölümsüz kılınmadığını söyler (Enbiyâ suresi, 34) Muhyiddin Arabî'nin hârikulâde sözleri Hızır'dan öğrendiği söylenir. Tefsirlerde, Hızır ve İlyas, Benî İsrâil'den iki peygamber olsa gerektir, diyor. Bu arada geçtiğimiz günlerde bir yaşlıya, yeniden dünyaya gelmek ister misin? Diye sordum, bu zamanda değil, kendi doğduğum zamanda olursa isterdim demesini de enteresan buldum… HAY İSMİNİN SIRRINDA SAKLI Âb-ı hayatın tasavvufî manaları da vardır. Allahü teâlânın Hayy (hayat verme) isminin tecellisine işaret eder. Hayy isminin sırrına erenler, âb-ı hayât içmiş olurmuş derler. Bu cümleden sonra aklım şehitlerin ölmediği ayeti geldi. Ne diyor Rabbimiz; “ Allah yolunda ölenlere ölüler demeyin, zira onlar diridir. Demek ki bizim bilmediğimiz bir şekeldi şehitler yaşıyor. İmam Rabbânî der ki: Evliyânın bâtınları, kalbleri âb-ı hayâttır. Bir katre (bir damla) tadan, ölümsüz hayâtı bulmuş ve sonsuz seâdete, mutluluğa kavuşmuş olur. Mevlânâ, Divan-ı Kebîr'inde üstadı Şems'i âb-ı hayata benzetir. "Yunus Emre bu dünyada iki kişi kalır derler/Meğer Hızır, İlyas ola âb-ı hayât içmiş gibi" mısraları bu hakikata işaret eder. Son devir âşıkları, "Zemin, ne kadar zulmet (karanlık) içinde oldu!" diye şikâyet etmiş; sonra da "Lâkin âb-ı hayât zulûmâtta (karanlıklarda) bulunur" diye teselli olmuşlardır. Nitekim zahmet etmeden, rahmete kavuşulamaz…(.( Nazan Şara Şatana) İYİ Kİ ÖLÜM VAR Evliya Çelebi'ye bakarsanız, âb-ı hayat Anadolu'dadır. İskender, bu suyu bulduğu yere cennet suyu manasına Çabakçur demiş ve buraya bir kale inşa ettirmiştir. Bir avcı, vurduğu kekliğin bu suya düşünce canlandığını görür; ama sırrı ifşa edince, su bin parçaya bölünür. İşte Bingöl hikâyesi. 1513'te Florida'ya çıkan İspanyol kâşif ve Porto Rico valisi Juan Honce de Leon, yerlilerden işittiği bir efsanenin ardına düşer ve içenlerin gençleştiği Gençlik Çeşmesi'ni bulur. Burası şimdi bir millî park ve kaplıcadır. Ab-ı hayat suyu, Türk kültüründe oldukça sık ve, özellikle din,mitoloji, edebiyat alanlarında sık sık karşımıza çıktığı gibi, yabancı kültürlerde de, “Felsefe Taşı” gibi imlerle karşımıza çıkar. Aslında ölümlü olmak hiç de kötü değil. Çünkü nice insanlar ölüm arar da bulamazlar. "Eğer hayat suyunu içip kıyamete kadar yaşayacak olursanız, bütün sevdiklerinizin, çocuklarınızın, torunlarınızın hep öldüklerini görecek, üzülecek ve hatta onların ölüm acısını içinizde hissedeceksiniz. Evlât acısı yürekleri yakar. Ayrılık acısı çok zordur. Allah'ın sizin için âhirette hazırladığı nimete kısa zamanda kavuşmak, daha iyidir." Dediler. Elbette bu hikayeden herkes bir ders çıkartmıştır, gördüğüm şu ki, ölümlü olmak da güzeldir. Necip Fazıl’ın bir dörtlüğü ile inşallah bitirelim;  “Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber... Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber? Öleceğiz müjdeler olsun, müjdeler olsun! Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun!” Kalın sağlıcakla.