Avrupa Birliği (AB), İkinci Dünya Savaşı döneminde oluşan gıda yetersizliğinden edindiği tecrübe ile AB ülkeleri tarım sektörüne özel önem vermiş ve nihayetinde 1 Ocak 1958 tarihinde yürürlüğe giren Roma Anlaşması ile Ortak Tarım Politikası (OTP) oluşturulmuştur. Günümüzde AB mevzuatının neredeyse yarısını OTP uygulamaları içermektedir.
Türkiye’nin AB üyelik serüveni yarım asırdan fazla süredir devam etmektedir. Adeta Türkiye sonu olmayan bir tünele çekilmiş ve bu tünelden çıkışı AB ülkeleri tarafından hiç istenmemektedir. Çünkü AB’nin Türkiye üyeliği konusunda samimi olmadığını bizler yarım asırdan fazla sürede çok iyi analiz ettik. Aslında Türkiye Cumhuriyetinin en tepesinden en alt katmanına kadar AB ülkelerinin Türkiye’yi tam üyeliğe almayacaklarını iyi biliyoruz. Çünkü AB ülkeleri siyasal, dinsel, sosyal, kültürel ve ekonomik yönden bizden çok farklılar. Aslında Türkiye hızlı büyüyen nüfus ve Genç nüfus oranı, sahip olduğu coğrafik avantaj ve Nato’nun en büyük ordusuna sahip olması nedeniyle kendilerine karşı güçlü rakip olabileceğini düşündüklerinden ve Müslüman kimliğinden dolayı AB ülkeleri hiçbir zaman Türkiye’yi tam üyeliğe almayacaklardır. Şu gerçeğin iyi bilinmesi gerekir, AB ülkeleri Türkiye’yi üyelik sürecinde ne benimsemiş ne de özümsemiştir! Amaçları kesinlikle Türkiye’yi bu AB serüveninde kontrol altında tutmak ama neticede de tam üye etmemektir. Çünkü Türkiye nüfusunun %95’inden fazlası müslüman olan bir ülke… AB ülkesi yöneticileri ve halkları da Türkiye’ye karşı ırkçı yaklaşım içinde olduklarını bir çok defa bizlere göstermişlerdir. Özellikle; Almanya, İngiltere, Fransa, Hollanda, Belçika gibi ülkelerde hunharca öldürülen Türk vatandaşlarını hepimiz hatırlıyoruz… Sayın Cumhurbaşkanımızın da dikkat çektiği gibi “AB antlaşması sağlanamazsa Ankara antlaşması der yolumuza devem ederiz.” Açıklaması da aslında AB’nin vaadlerine güvenilmeyeceğini göstermektedir.
AB ile Türkiye’nin tarım alanındaki ilişkileri, 1963 tarihli Ankara Antlaşması'yla başlayıp, tek taraflı tavizler, tarife indirimi ve vergi muafiyetini öngören Katma Protokoller, Ortaklık Konseyi Kararları ile sürmüş, 1995 yılında Gümrük Birliği anlaşman imzalanmıştır. 31.12.1995 tarihinde yürürlüğe giren Gümrük Birliği Anlaşması'nda esasen temel tarım ürünleri kapsam dışında bırakılırken, bünyesinde şeker, hububat, süt bulunduran işlenmiş tarım ürünleri (çikolata, şekerleme, çocuk mamaları, bisküvi, pasta, makarna, dondurma gibi) anlaşma kapsamına dahil edilmiştir. Bu üç ürün grubu, AB'nin kendine yeterlilik oranının en fazla aşıldığı ve bu nedenle Tarımsal Yönlendirme ve Garanti Fonu'nun yüzde 40'ından fazlasının ayrıldığı ürünlerden oluşmaktadır. Buna karşılık Türkiye'nin doğal koşullarının kendisine belli bir üstünlük sağladığı başta domates-salça konservesi olmak üzere meyve-sebze-su konserveleri kapsam dışında bırakılmıştır. AB'nin üretim ve rekabet üstünlüğüne ve net fazlaya sahip olduğu ürünlerin GB'ye sokulması, anlaşma imzalandıktan sonra AB-Türkiye dış ticaret dengelerinin hızla Türkiye aleyhine bozulmasının nedeni olarak gösterilmektedir. AB-Türkiye ilişkilerinin temelini oluşturan Ankara Antlaşmasının imzalandığı 1963 yılından günümüze kadar geçen 57 yıllık süreçte AB Türkiye’de sürekli yeni tavizler istemiştir.
AB’ye Tam Üyelik Sürecinde Türkiye Tarım Sektörünün OTP’ye uyum çalışmaları tarım sektörü yaşamsal temel ihtiyaç olan gıdanın ana temin kaynağı olması sebebiyle büyük bir öneme sahiptir. Bununla birlikte ülkelerin milli gelirine, istihdamına, dış ticaretine olan etkileri, sanayiye ve hammadde temini açısından değerlendirildiğinde ise stratejik önem arz etmektedir. Bu nedenle ülkeler tarım sektörüne yönelik doğru ve sürdürülebilir politikalar üretmeye ve uygulamaya özen göstermektedir. Türkiye açısından tarım politikalarının belirlenmesi ve uygulaması aşamasında Avrupa Birliği (AB) ile olan entegrasyon çalışmaları önemli yer tutmaktadır. Dolayısıyla AB ile olan ilişkilerin gelişim şekli ve sonuçları Türk tarım sektörü üzerinde çok yönlü etkiler ortaya çıkarmaktadır. Bu çalışmada AB ile Türkiye tarımı arasında tarımsal nüfus, ekonomik ve yapısal açıdan büyük farklılıkların bulunması uyumu zorlaştıran etkenler olarak tespit edilmiştir. Bu çerçevede AB’nin Ortak Tarım Politikası’na (OTP)
uyumun ve tam üyeliğin getireceği maliyetin boyutu hem AB hem de Türkiye için ilişkilerin geleceği açısından belirleyici olacağı sonucuna ulaşılmıştır.
Oysa AB ve diğer emperyal güçler ne tarımda ne de sanayide güçlü hele hele lider konumunda bir Türkiye görmeyi hiç arzu etmezler.
AB’nin her seferinde önümüze sürdükleri reform, yenilik adı altında şunu değiştirin bunu getirin şeklindeki yaklaşımlarını her yönüyle doğru olarak algılamak tamamen büyük bir yanılgı olur. Zaten bu ülkelerin (AB) Türkiye’yi 57 yıldır oyalaması da bunun göstergesi değil mi? Ayrıca hiçbir AB üyeliğine başvuran ülkelere uygulamadıkları tuhaf kriterleri sadece Türkiye için uyguladıklarını da göz ardı etmemeliyiz…
AB tartışmaları bir bütünlük içerisinde, AB'nin dünya genelindeki kapitalist gelişimin neresinde durduğuna bakılarak bir yargıya varabiliriz. Gerek AB içindeki egemen sermaye kurumlaşması, gerek ortaklık projeleri, gerekse de Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası kurumlarla ilişkiler, bunu göstermektedir. AB'nin kuruluş aşamasından günümüze kadar, en güçlü karteller, rant sahibi kurum ve şirketlerin çıkarları üzerinden oluşturulan bir denge hüküm sürüyor. Bu çıkarcı ve eşitsiz yaklaşım, üyeliğe yeni kabul edilecek ülkelere ilişkin karar süreçlerinde etkili olmakta ve bu, Türkiye’nin AB üyeliği tartışmalarında da görülmektedir. Bu nedenlerle Türkiye AB sürecinde çok dikkatli ve detaylı saha çalışmasıyla hazırlıklı olma zorunluluğu var.
AB’nin Türkiye ile girdiği bu yolda öne sürdüğü antlaşmalara bakılırsa;
AB Ortaklık Konseyine uyum için belirlenen tarihi değiştirme hakkını elinde tutmaktadır. Ayrıca Katma Protokol’de bu dönem süresince tarımsal ürün ticaretinde ucu açık tavizler verilmesi karara bağlanmış olup, 1/80 sayılı Ortaklık Konseyi kararıyla da uygulanmaya başlanmıştır. Türkiye AB ilişkilerinde tarım sektörü ile ilgili olarak 2003 yılı Nisan ayında açıklanan KOB ile gerçekleşmiştir. Buna göre Türkiye’nin OTP’ye uyum konusundaki yükümlülükleri aşağıdaki gibidir.
1. Kısa vadede getirilen yükümlülükler: AB kırsal kalkınma ve orman politikasına yönelik giriş stratejisinin hazırlanması, arazi parsel tanımlama sistemleri için hazırlık çalışmaları yapılması, hayvan hastalıklarının önlenebilmesi için veterinerlik yasasının AB müktesebatına uygun olarak çıkarılması, sınır kontrol sisteminin AB’ye uyumlu hale getirilmesi, hayvan ve bitki sağlığına ilişkin AB müktesebatının ulusal mevzuata aktarılması için program belirlenmesi.
2. Orta vadede getirilen yükümlülükler: AB kırsal kalkınma ve orman politikalarının uygulanmasını sağlayacak idari yapının oluşturulması, Bütünleştirilmiş idari ve denetim sisteminin kurulması, ortak pazar yapılarının kurulması ve piyasanın izlenebilirliğini arttıracak mekanizmaların geliştirilmesi, Üçüncü Ülkeler Sınır Kontrolü Görevleri Sisteminin güncellenmesine yönelik takvim belirlenmesi, gıda güvenliği ve kontrol yapısının AB standartlarına göre iyileştirilmesi, halk sağlığı ve hijyeni standartlarına uyum için gıda işleme tesislerinin modernizasyonu konusunda takvim belirlenmesidir.
17 Aralık 2004 tarihinde Brüksel’de gerçekleştirilen AB Konseyi toplantısında 3 Ekim 2005 tarihinde Türkiye ile tam üyelik müzakerelerine başlama kararı alınmıştır. Kararda daha önce adaylık sürecinden geçen ülkelerden talep edilmeyen zorlayıcı şartlar Türkiye’den istenmiştir. Benzer şekilde 3 Ekim 2005 tarihinde yapılan toplantıda Türkiye’nin tam üyeliğinin AB’nin hazmetme kapasitesine bağlı olduğu belirtilmiştir. Ayrıca Türkiye’nin tam üyeliğinin ucu açık bir süreç olduğu tam üyelik ile sonuçlanamayabileceği belirtilmiştir. Bu durumda Müzakere Çerçeve Belgesi’nde yer alan, ‘Türkiye’nin en sıkı bağlarla AB’ye bağlılığı’ ifadesi ayrıcalıklı ortaklık anlamı taşımaktadır. Yani Türkiye’yi kendilerinin esiri olması istenmektedirler. Türkiye’nin 35 başlıktan oluşan müktesebat konularında uyum sağlaması durumunda dahi Fransa ve Avusturya gibi ülkelerin tam üyeliğin kabulü için referandum kararı almış olmaları şartların zorluk derecesini ortaya koymaktadır. AB ülkeleri bu tavizlerle yetinmemiş olmalı ki daha sonra ek protokoller ile neler yapmışlar?
AB'nin Gümrük Birliği dışındaki üçüncü ülkelerle yaptığı antlaşmalar neticesinde Türkiye'nin ekonomik avantajının son bulması, b. AB'nin ticaret politikalarına Türkiye'nin
uyum sağlama zorunluluğuna rağmen karar mekanizmasında yer almaması, c. AB'nin Serbest Ticaret Anlaşması (STA) imzaladığı ülkelere ait sanayi ürünleri Türkiye'ye gümrüksüz girerken, Türkiye'nin aynı ülkelere mallarını gümrüksüz giremiyor olması, d. Uyuşmazlık durumlarında çözüme ulaştıracak düzenlemelerin yetersizliği ve olanların işletilememesi, e. Nakliyenin büyük kısmını karayolu ile yapan Türkiye'ye getirilen kamyon kotaları, f. Sanayi malları serbest dolaşırken, vize engellemesi sebebiyle malları üreten ve ticaretini yapan kişilerin serbest dolaşım hakkından yararlanamıyor olmasıdır.
AB’nin reform, yenilik, düzenleme ve iyileştirme gibi masum kavramların altında gizli ajandalarına dikkat diyorum…