Anadolu toprakları yüzyıllar boyunca mazlumların sığınağı oldu. Bu topraklar zulme uğrayan her milletten her dinden insana kucak açtı. Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti ezilen, hor görülen, katliama uğrayan dünya halklarına enser oldu. Yaşadığımız bu topraklara kim bu ismi vermiş ise çok güzel yapmış! Bir düşünürümüz,
yaşadığımız coğrafya kaderinizi belirler derken, galiba son yaşadığımız olaylarında kaderimiz olduğuna işaret etmiş. Coğrafyamız, insanlığın merkezi… Âdem ve Havva atalarımızın evlatları bu topraklardan yeryüzüne yayılmış. Sonra bin yıl önce Türklere kendi anavatanlarından buralara göç ederek, savaş yaparak gelmişler. Üç tarafı deniz, ancak dört tarafı da düşmanlarla çevrilmiş. Tek dostumuz var, Rabbimiz ve Müslüman coğrafya halkları… Bu topraklardan atalarımız üç kıtaya yayılmış, 600 yıl imparatorluk sınırlarında huzur olmuş(son iki yüz hariç) sonrasını biliyoruz. Ancak şöyle Tanzimat’a doğru biraz uzanalım istiyorum.
TÜRKİYE AVRUPA İLİŞKİLERİ Vedat Bilgin, dünkü Ey Avrupa başlıkla yazısında bizi o yıllara götürüyor ve şöyle bir değerlendirme yapıyor. “Türkiye Avrupa ilişkilerinin tarihi çok eskiye uzanmaktadır ve Avrupa’ya katılma daha özgün ifadesiyle Avrupalılaşma arzusunun somut ilk adımı Tanzimat fermanına kadar uzanmaktadır ki daha sonra Paris Anlaşmasıyla ‘Avrupa sistemine katılmış’ olunduğunu ifade eden resmi söylemi hatırlatalım. Zamanın gazeteleri Tanzimat fermanını yayımlarken ‘artık Avrupalı olduk’ türünden sevinç manşetleri atarken, hükümet de bilmem kaç pare top atışıyla bunu dünyaya duyurmaya çalışmaktaydı. “Onlar, Gümrük Birliği Anlaşması’nı imzalayan Türk Hükümeti’nin 1995’te de aynı şekilde sevinç çığlıklarıyla bu olayı kutlayacağını ve gazetelerinin de ‘şimdi Avrupalıyız’ başlıkları atıp olayı duyuracaklarını elbette düşünmemişlerdi. Daha bitmedi 2000’li yıllarda kaç defa ‘ AB’ye giriyoruz’ diye gazetelerin birinci sayfalarında Türk bayrağının yanına AB bayrakları yerleştirilerek bu yönde haberler yapılırken belediyelerin organizasyonlarıyla Kızılay Meydanı’nda kalabalıklarla kutlamalar yapıldı, renkli balonlar havaya bırakıldı.”
BATILILAŞMA VE AB Peki, Avrupa Birliği ile ilişkiler neden bizden çok sonra müracaat ederek üye olan ülkelerden farklı bir şekilde seyretmiştir? Türkiye AET’ye katılmak istediği o günlerde ülke olarak var olmayan, Sosyalist Sistem çöktükten sonra ortaya çıkan devletler AB üyesi olabildikleri halde, Türkiye neden topluluğun dışında kalmıştır? Böyle bir şeyin tesadüfen meydana gelmesi mümkün olmadığına göre Türkiye-AB ilişkilerini ideolojik düzlemden daha gerçekçi bir zeminde ‘uluslararası siyaset’ ekseninde ele almak gereklidir. Bunu şunun için önemsiyorum çünkü Türkiye’nin AB’ye bakışını belirleyen çerçevenin büyük ölçüde eskinin Avrupalılaşma veya Batılılaşma ideolojisi tarafından belirlendiğini hatta zehirlenmiş olduğunu tespit etmek gerekir. Batılılaşma ideolojisi bir on dokuzuncu yüz yıl ideolojisidir ve birkaç türünden bahsedilebilir. İlki sömürgecilikten sonra girilen ülkede sömürge yönetimlerinin kurdukları sömürü ilişkilerini kurumsallaştırmak için yerli halka Batılıların kendi dilleri başta olmak üzere, kendi hayat tarzlarını öğreterek Batı’nın üstünlüğünü ve bu hayat tarzını benimsedikleri takdirde, onları medenileştireceğini ileri süren fikirler zümresidir…” İşte bizim nesil bu fikir üzerine eğitildi. Biz yönümüzü batıya dönecektik, yaşantımızla onlara benzeyecektik! Hedef bu idi!
Ancak olmadı, tutmadı bu hesap aslımıza rücu ettik. Şimdi AB ile yola devam etmek istemeyenler çoğunlukta, AB hayalimizde, suya düştü. Batılı aşıkları da şoke oldu bu duruma.. Peki, şimdi ne olacak?
Kendi öz kültürümüze dönerek, kimseye değil, kendimize benzemek için yenilenme ve dirilme yolculuğumuz başlayacağız. İnşallah! Kalın sağlıcakla.