Bir ramazanın daha sonuna geldik. Geçen hafta eski ramazanlardan çocukluk anılarımdan bahsetmiştim. Her şeyin olduğu gibi eski ramazanların da tadı bir başkaydı elbet. İşin aslına bakarsanız bir çok evde hala büyünce anlatılacak nice güzel anılar elbet yaşanmakta. Fark eski ile yeni ramazanlardan çok büyüyüp bir çok ayrıntının farkında olmamızda. Çocukluk masumiyetinden sıyrılıp, dünyanın dertlerinin farkına varmamızda.
Neyse fazla nostalji yapmadan gelelim asıl meramımıza.
Batıdan esen bir rüzgar İslam alemini öyle bir savuruyor ki sanki olan biten her şey normalmiş gibi algılanıyor.
Bin dört yüz yıllık İslam tarihi boyunca Müslümanlar çeşitli nedenlerle zor zamanlar yaşamış, çeşitli savrulmalar içerisinde kalmış olabilirler. Ancak bir konuda hep sağlam durmuşlardır. O da elbette ki imanları. Şeksiz şüphesiz Allaha, onun son peygamberi olan Hz. Muhammed (a.s) ve ahiret gününe olan imanlarıydı. Bu iman sayesindedir ki her türlü zorluğa göğüs germişler, her türlü sıkıntının üstesinden gelmişlerdi.
Bugün her şey çok farklı. Bu şehri bilenler bilir. Çok değil daha otuz yıl önce üniversite sınavı için tam da bu zamanlar Adana’ya gitmek zorunda kalmıştık. Bir gün önce gidip sınava gireceğimiz okulu görmek ve kalacak bir yer ayarlamak için Adana çarşılarında gezerken hayretle Adana’ya Ramazanın niçin gelmediğini merak eder kendi aramızda tartışırdık. Lokantaları kahvehaneleri açıktı ve insanlar sokakta hiç çekinmeden yiyip içiyorlardı. Aradan otuz üç sene geçmiş, bugün dönüp kendi yaşadığım şehre bakıyorum o günkü Adana’dan hiç farkı kalmamış. Bakıyorum alışveriş yaptığım marketin sahibi de, çalışanı da aşikare oruç yiyor. Fırına pişirim için gittiğimde manzara aynı, sahibi de oruç yiyor, çalışanı da. Dikkat edin oruç tutmuyor demiyor, aşikare oruç yiyor. Hem de muhafazakarlığı ile ünlü bir şehir olan Kahramanmaraş’ta. Daha bir acayibine birkaç gün önce rastladım. Herkesin gelip geçtiği bir kaldırıma yirmili yaşlarda bir genç kızımız oturmuş, bu kızımız başı örtülü bir kız ve hiçbir rahatsızlık duymadan sigara içiyor. Su içse anlarım. Ola ki rahatsızdır, havalar sıcak geçiyor son günlerde, belki şeker hastası falan olabilir der ve anlayışla karşılarım, ancak bir yanda dini hassasiyetin simgesi olarak görülen türbanla başını örtmüş, diğer yanda ise birileri acaba bir şey der mi diye hiç dert etmeden kaldırımda oturup bir ramazan gününde sigara içiyor. İşte bu durum sözün bittiği yerdir. Nereye savrulduğumuzun, nasıl bir meçhule sürüklendiğimizin net bir göstergesi.
Daha düne kadar kahvelerde oturanlar gelen geçen görmesin, ayıp olur diye pencerelerini gazete ile örterken bugün geldiğimiz nokta acaba neyin bir işaretidir sizce.
Yine seksenli yılların ortalarına kısa bir dönüş yaparak bir anımı paylaşayım siz değerli dostlarımla. Memuriyetimin ilk yıllarıydı. Kale dibindeki PTT’de görevliydim. Akşam nöbetinde zaman zaman birkaç arkadaş bir araya geldiğimizde memleket meseleleri ile ilgili sohbet ederdik. Özal rahmetlinin popüler olduğu yıllardı. Toplumsal hayat çok hızlı bir değişim içerisindeydi. Köyden şehre göç artık önü alınamaz hale gelmişti. Sohbet esnasında şöyle bir cümle dökülmüştü dudaklarımdan.” Çok değil bundan yirmi otuz sene sonra bugün çok sözünü ettiğimiz ihracatımız yüz milyar dolar, ithalatımız yüz milyar dolar olacaktır. Bugün sahip olmadığımız bir çok şeye sahip olabiliriz. Ancak öyle şeyleri kaybedeceğiz ki onları geri getirmek için beş yüz milyar dolar harcasak nafile, çünkü giden geri gelmeyecektir”
Sizce de kaybettiğimiz değerleri geri getirmenin her hangi bir yolu var mıdır artık?
İşin asıl acı olan tarafı nedir derseniz bizi biz yapan ve bir kılan bin dört yüz senelik İslami anlayışın temeli olan üç temel inanç abidesinde yaşanan zafiyettir . Yukarıda zikrettiğim Allah, Peygamber ve ahiret inancında yaşanan zafiyettir bizi bu duruma düşüren. Gerçi sorsan hala büyük çoğunluk bir yaratıcının varlığında hemfikirdir. Peygamberin varlığı ile alakalı da somut belgeler olduğundan kolayca yok sayamıyorlar. Asıl mesele ahiret inancında. Bugün yirmili otuzlu ya da kırklı yaşlarda olanların Ahiret inancında büyük bir sorun yaşanmakta. Dünya ile o kadar meşgul bir hayatları olmuş ki, ahret inancını kalplerinde somutlaştıramıyorlar. Kimliklerinde İslam ibaresi var, sorarsan Allaha inançları da var. Ancak ahirete ya da hesap gününe imanları yok ki Haşa Allaha meydan okurcasına hiç çekinmeden fütürsuzca alenen oruç yiyebiliyorlar. Kişinin ibadet konusunda bazı eksiklikleri elbette olabilir, ancak bu durum ben senin emrine alenen karşı geliyorum, senin farz kıldığın bir ibadeti yerine getirmediğimi alenen ilan ediyorum diyerek aslında Allaha bir başkaldırı içinde olduğunun bile farkında değil.
Bugün bu şehirde olanların temelinde bizimle yaşıt olan kuşağın dünya telaşı ile sorumlu olduğu çocuklarını ihmali yatmaktadır. Çocuğum okusun, adam olsun, mevki makam sahibi olsun, evleri arabaları olsun diyen anne ve babaların her şeyi dünya ölçeğinde değerlendirmesinin sonucudur bugün geldiğimiz nokta.
Yapılan araştırmalar özellikle son on yılda muhafazakar aile çocuklarının dinden uzaklaştığı, kendini on yıl önce muhafazakar Müslüman diye tanımlayanların oranında önemli bir azalma meydana geldiği ortaya koymakta.
Yukarıda otuz yıl öncesinde bu günleri görmüştüm diye bir caka sattım ya. Şimdi de yanıldığım bir öngörümü paylaşayım. Bundan on onbeş yıl önce yine bir arkadaş ortamında şöyle bir kehanette bulunmuştum.”Bu CHP’liler nasıl olsa fazla çocuk yapmıyorlar, bu gidişle onbeş yirmi yıl sonra CHP eriyip gider” tarzında sözler sarfetmiştim. Yanılmışım, muhafazakar ailelerinin çocuklarının bugün dinden uzak bir yaşamı tercih edip, CHP saflarına katıldığını yani laik-seküler dünya hayatının zevklerinden nasiplenmeyi tercih edeceklerini hesap edememişim.
Bu haftanın son sözü” Bu ülkenin beka meselesi İstanbul belediyesini kaybetmek değil, İslami kimliği kaybeden nesillerin her geçen gün sayılarının artmasıdır”
Kalın sağlıcakla.