Halife Harun Reşit’in ağabeyi olarak bildiğimiz Behlül’ün hikayelerini hepimiz biliriz. Onun hayatını biraz daha yakından inceledim, vikipedi derlemiş toplamış, bir şeyler de yazmış. Tabi onların ne yazdığından daha çok bizim ona ne kadar tanıdığımız önemli.

Bilindiği gibi, geçmiş büyükler yanlarında hep bir nasihatçi taşır, onun ikaz ve irşadından hep istifade etmeyi düşünürlerdi. Başkalarının söyleyemediklerini rahatça söyleyebilen bu meczup rolündeki ikazcılar, bilhassa sultanları, makam ve mevki sahiplerini yanlışlarından dolayı tenkit eder, irşadda bulunurlardı. Şahsen kendim bir makam sahibi olsam, böyle birini alıp, hata yaptığımda beni uyarmasını arzu ederdim. Neyse.

Bahsinde bulunduğumuz Behlül Dana bunlardan belki de en birincisiydi. Bir rivayete göre Harun Reşid‘in akrabası, bir başka rivayete göre ise, Kûfeli olup, Bağdat’a bir vesileyle gelen, sonra da Halife’nin gösterdiği yakınlık üzerine aynlmayarak (H.190)’da Bağdat’da vefat edinceye kadar kalıp, Dicle kenarındaki (Şunuziyye) kabristanina defnediien bu deli görünüşlü akıllı zat, insanları güldürerek yo!a getirmeyi denemiş, tebessüm ettirirken de düşündürmeyi tercih etmiştir. Nitekim birgün evine giren hırsızlar nesi var, nesi yok alıp gitmişler. Herkes hırsız ararken Behlül doğruca kabristana gidip oturarak beklemeye başlamış. Görenler şaşkınlık içinde sormuşlar: -“Evini soydular, sen burada bekliyorsun!” O gayet emin şekilde cevap vermiş: -“Nasıl olsa buraya gelecekler, hiç merak etmeyin.”

İKİ HİKAYEDE BENDEN GELSİN

İsterseniz ondan iki minik hikâyede ben anlatayım(özetle), sonra da değerlendirmemizi yapalım.  “Halife bir Ramazan günü, sarayda iftar vermek ister. Behlül Dane’ye; “Camide namaz kılanlara topla gel!” der. O da sekiz kişi ile döner. Halife; “Camide yüzlerce insan olduğunu, neden 8 kişi ile döndüğünü sorunca Behlül: “Kardeşim, cami çıkışı tüm insanlara, namazda ne okundu diye sordum. Sadece bu insanlar bildiği için onlarla döndüm!” der.

Bu hikâye bize namazı kılarken, ne okuduğumuzu, duaların ve surelerin anlamını bilmemiz gerektiğini, daha doğrusu namazı huşu ile kılmamız gerektiğini anlatsa da biz yine bildiğimiz gibi namazımızı kılmaya devam ediyoruz.

Yine bir başka hikâye de, Behlül Halifenin tahtını boş bulunca oturduğunu. görevlilerin bu durumu gördüklerinde kendisine kızdıklarını, hatta onu dövdüklerini belirttikten sonra şöyle deniyor. 

Halife Harun Reşit döndüğünde durum anlatılmış, o da gelişmelerden üzülmüş, Behlül ise ağlamaya devam ediyormuş. Teselli etmeye yanına gidince, “Ben iki dakika tahtına oturdum, beni iyice dövdüler, Allah sana yardım etsin, her gün o koltukta oturuyorsun, yiyeceğin dayakları düşün!” deyice ne yapmamı istiyorsun diye sormuş. O da; “Adaletli ol!” deyivermiş.

KOLTUĞUN SORUMLULUĞU AĞIR

Elbette koltuk üzerine çok yazı yazılabilir. Şahsen hiç koltuk sevdalısı olmadım. Çünkü koltuğun sorumluluğu büyük. Elbette ödülü de büyük. Rabbim oturduğumuz koltuğun hakkını verenlerden eylesin.

Şunu söylemek istiyorum. Koltukta, şan da şöhrette, para da geliş geçici. Nice sultanlar bu dünyadan gelip geçtiler. Babam derdi ki; “Oğlum dünya Sultan Süleyman’a kalmamış ki, bize kalacak!”

Evet dünya kimseye kalmaz, geçen hafta sevdiğim bir öğretmen arkadaşımı kaybettik. Zübeyin Zencir hocam aynı zamanda asker arkadaşımdı. Gördüm ki, sıra iyice bize gelmiş.

Diyeceğim şu ki, her şey boş, herşey yalan, bir gerçek var Yaratan. Bunun için eğer ahirete inanıyorsak, attığımız adıma, ağzımızdan çıkan söze dikkat etmemiz gerekiyor.

Rabbim helal dairede yaşayıp, yine helal daire içinde ölümü nasip etsin.

Peki kalın sağlıcakla.