Mesnevi de çok ilginç hikayeler vardır. Sizi alıp, ruhunuzun derinliğine götürür, zihninizi berraklaştırır, nefsinize ayna tutar ve harika dersler verir.
Biliyorsunuz Efendimiz(sav), sahabe efendilerimiz için “Onlar gökteki yıldızlar gibidir!” tanımlaması yapmıştır. Allah’u alem kendisi ise güneş misali, halifeler ay gibi olsalar gerek. Doğrusunu Allah bilir…
Bu girişi şunun için yaptım, bu günkü hikayemiz, o mübarek dönemle ilgilidir. Mevlâna hazretleri anlatıyor: “Sahabenin ruhlarında Kur’an’a karşı fevkalade bir iştiyak vardı ama aralarında hafız pek azdı. Çünkü bir meyve oldu mu, kabuğu adamakıllı incelir, çatlar dökülür. Ceviz, fıstık ve badem olgunlaşınca kabukları incelir.
İlgin hakikati de kemale gelince kışrı (derinden ve esastan olmayan) azalır. Zira sevgilisi aşığı yakar, yandırır.
İstenen, sevilen kişinin vakfı; isteyen, seven kişinin vasıflarının zıddıdır. Vahiy ve nur şimşeği, peygamberi yakar. Kadim olan Allah’ın sıfatları tecelli edince hadisin sıfatlarını yakar, mahveder.
Sahabe arasında birisi Kur’an’ın dörtte birini ezberledi de bu duyuldu mu, sahabe, “Bu bizim ulumuzdur” derlerdi.
KUR’AN DOLU SANDIK
Böyle büyük bir mana ile sureti bir arada cem etmek, hayretlere düşmüş, mest olmuş padişahtan başka kimseye mümkün değildir.
Böyle bir sarhoşluk aleminde edep kaidelerine riayet etmenin zaten imkânı yoktur; bu imkân bulunsa bile şaşılacak şeydir doğrusu!
Kur’an dolu sandık, elbette boş sandıktan iyidir. Ama yüksüz sandık da fareler ve yılanlarla dolu sandıktan daha iyidir. Hasılı insan vuslata erdi mi, vasıta olan kadın adamın gözüne soğuk görünmeye başlar.
Güzelim, istediğin şeye ulaştın mı, artık bilgi sahibi olmayı istemek kötüdür.
Sonra gözlerin damlarına çıktıktan sonra da merdiven aramak manasızdır.
Hayra ulaşan kişi, dostluk ve başkasına bir şey öğretmek maksatlarından başka bir maksatla yine hayır yolunu arar ve o yoldan bahsederse bu iş, soğuk bir şeydir.
Aydın ayna sof ve cilali bir halde iken onu cilalamaya kalkışmak bilgisizliktir.
Padişah tarafından kabul edilip huzurunda oturduktan sonra mektup ve elçi araştırmak çirkin bir şeydir.(Mesnevi 3. Cilt s. 81-82 Çeviri Veled Celebi İzbudak)
BİLMEK AYRICALIKTIR AMA
Tabi her insanın okuduklarından çıkarımı kendi bilgi ve iman derinliğine göre değişir. Kendimi çok bilen saymam, hatta insan kendine gerekli olduğu kadar bilgili olması gerektiğini savunurum. Zira bazı bilgiler insanı ezer, bazıları yüceltir. Bunun için Efendimiz(sav) çok soru sorulmasını istememiştir. Çünkü öğrenilen her bilgi yeni sorumluluklarda yükleye bilir insana…
Şahsen bu hikâyeden sonra Kur’an-ı ezberleyenler hafızlarımıza, hükümdarlar ölçüşündü saygı gösterilmesi gerektiğini, canlıların olgunlaştıkça Rabbine daha çok bağlanması gerektiğini, yukarda ifade ettiğim gibi bilginin çok önemli olduğunu, ancak zihinde fitne ve fesat çıkartacak bilgi olmaktansa, hiç bilgisiz olmanın daha iyi olduğunu, belli bir olgunluğa geldikten sonra bilgi aramak yerine daha çok ilminle amel etmenin daha önemli olduğunu, yazı da yazsak, konuşma da yapsak, hayır da olsa, bunları Allah için yaptığımızda önem arz edeceğini; son cümle ise arife tarifin gerekmeyeceğini, dua yaparken ise aracısız yapılmasını söyleyebilirim.
Bu anlatılanlar birer ölçü olarak kullanılabilir. Örnek verelim, hafızlara biz gerekli saygıyı gösteriyor muyuz?Çünkü onlar canlı Kur’an hükmündedirler.
Bir soru da hafızlarımıza soralım. “Hafızlarımız, canlı Kur’an olduklarının farkında bir hayat sürüyorlar mı? Yani topluma modellik yapıyorlar mı?
Her iki sorunun değerlendirmesini de siz yapadurun. Ben Mevlâna hazretlerinin bir sözü ile yazımı kapatayım. “Dediler ki, gözden ırak olan, gönülden de ırak olurmuş. Dedim ki, gönle gören, gözden ırak olsa ne olur?
Kalın sağlıcakla.