İnsanoğlu hiç de kötü olarak yaratılmamıştır; ama hastalandığı gibi kötüleşir de. Voltaire   Hızlı bir çalışma temposunun ardından saatin beş olduğunu kat nöbetini devretmeye gelen hemşire arkadaşlar sayesinde fark etmiştik. Yoğun bir servisti çalıştığım servis. Artık günün yoğunluğu geçmiş servis sessiz bir hal almıştı. Akşam tedavilerini henüz bitirmiş, çay içmeye gidiyordum. Çünkü o günün ilk çayını içme fırsatı henüz gelmişti. Saç baş karışmış, yorgun ve bitkin bir haldeydim tedavi odasından çıktığımda. Aynada kendimi tanıyamadım, ofise geldiğimde hemşire odasının telefonu çalıyordu. Oturduğum yerden büyük bir güçlükle ayağa kalktım ve telefona cevap verdim. Karşıdaki ses acilde trafik kazası geçiren yaralılarının olduğunu, içlerinde çocukların da bulunduğunu, damar bulamadıklarından dolayı acile yardıma gelmemi söylüyordu. Tüm yorgunluğumu unutmuş hızla acil servisine yönelmiştim ki diğer telefonda nöbetçi hekimin icapçı beyin cerrahi hekimiyle gelip gelmeme konusundaki tartışmasını duydum. Nöbetçi hekimin sesi ortalığı çınlatıyordu: "Ne yapalım? Bırakalım ölsün mü bu insanlar? Gelmek zorundasınız!" Konuşma böyle sürüp giderken gelen asansöre binerek acil servisine gittim. Her yer kan revan içindeydi, ağlayan, koşuşturan, yakınını bulmaya çalışan bir yığın insan vardı bu kalabalıkta. Sağlıklı bir iş nasıl yapılırdı bilmiyordum ama her kez elinden geleni yapmaya çalışıyordu. Acil serviste yatak kalmamış sedyelere insanlar yatırılıp ilk müdahale yapılıncaya kadar bekletiliyor, yetersiz kalan personel yerine hastaları yukarı sevk edilen servise aileleri çıkartıyordu. Onca kazazede içinde başında kimsesi olmayan ama durumu da oldukça ağır 15-17 yaş arası bir genç vardı. Gerekli müdahalesi yapılmış fakat sevk edildiği beyin cerrahi hekimi henüz gelmediği için orada bekletiliyordu. Serum ve tedavileri uyguladıktan sonra o çocuğun yanına giderek ilgilenmeye çalıştım, şuuru yerindeydi, konuştuklarımı anlıyor fakat cevap veremiyordu. Hayatının son anlarını yaşadığını görüyor ve yalnız olduğu için korkunç derecede üzülüyordum. Onu orada yalnız bırakamıyordum. Zaten ben onunla ilgilenirken acil servis boşalmış, tüm hastalar gerekli servislere dağıtılmıştı. Genç iyice kötü olmuştu, ellerimi sımsıkı tutuyordu; "bırakma" dercesine gözlerinden yaşlar süzüldükçe kendimi tutamaz hale gelmiştim. Eğildim, yanaklarından öptüm. "Bırakmayacağım seni, sakin ol, üzülme sakın" diyordum hiç tanımadığım, daha önce hiç görmediğim bu insana anlatılmaz bir yakınlık hissediyor, sanki onun acısının aynını çekiyordum... Çok acı çekiyordu, hem yalnızlığından hem de geçirmiş olduğu beyin travmasından. Ne kadar süre daha onunla kaldığımı hatırlamıyorum, o artık aramızda değildi, bu dünyayı terk etmişti ve ben gelmeyen doktoru suçluyor, içimden lanetler yağdırıyordum. Derken beyin cerrahi hekimi gelmişti. Hastanın, daha doğrusu ölmüş gencin üzerindeki çarşafı almamı söyledi. Çarşafı kaldırdığımda doktorun hiç bir şey söyleme fırsatı olmadan yere düştüğünü gördüm. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum, kalp krizi mi geçiriyordu diye düşünürken diğer hekim arkadaşları olaya müdahale etmişlerdi bile. ölen o gencecik insanın babasıydı bu doktor ve kendi evladının tedavisi için geç kalmıştı ne yazık ki. Kötü günde oğlunun acısıyla felç geçirmiş ve görevine yeniden dönememişti.