Osmanlı Devletinin kültürünü, ilmini, irfanını kısacası medeniyetini ne kadar tanıdığımız bildiğimiz ayrı bir tartışmanın konusu. Lakin Osmanlı’nın güneşi gözlerimizi öylesine kamaştırmış ki Selçuklu irfanından ve metafiziğinden habersiz kalmış durumdayız. Eğer Selçuklu medeniyeti hakkıyla çalışılırsa sanat tarihçilerine ve polisiye, fantastik, metafizik roman yazanlara, senaristlere çok büyük işler düşer. Ve sonuçta öyle başarılı ve faydalı filimler kitaplar ortaya çıkar ki “
Bu medeniyetin evlatları olan bizler ve insanlık istifade” eder. Peki, Büyük Selçuklu ve Türkiye (Anadolu) Selçuklu Devletleri nasıl oldu da böyle büyük bir “kültürü” inşa etmeyi başardılar. Bu soruya verilecek cevap yazımın konusunu teşkil etmektedir. Polisiye, metafizik, fantastik roman yazanlar şayet Ebu’l Hasan Harakâni Hz.nin ve manevi evladı Çağrı Bey’in hayatlarını ve onların 1071 öncesi yaptıkları Anadolu’yu keşif harekâtını incelerlerse ne kadar faydalı kitaplar yazabileceklerini görürler ve bu konuya ciddi emekler verirler diye düşünüyorum. Kaldı ki yapılacak çizimler tasarımlar, sağlam bir alt yapı ve iyi bir bütçeyle, tabii ki hamasetten uzak ama içeriği gerçeklerle dolu, senaryolarla muhteşem diziler ve sinema filmleri ortaya çıkacaktır. O zaman herkes görüp anlayacak ki konu sıkıntısı çeken yazarlar ve yapım şirketleri boşuna konu sıkıntısı çekiyor. Ya da aslında kimse sıkıntı falan çekmiyor, markalaşmış konularda yazıp çizmek ve bunları senaryolaştırıp filmlerini yapmak “
iyi niyetli yazar ve senaristleri” tenzih ederim, diğer herkesin işine geliyor. Hem bu yapım şirketleri için de yeni ufuklar açılmış olur. Bizler de saklanan geçmişimizi de doğru olarak öğrenmiş oluruz. Amerikalıların kuzey-güney savaşı (İç savaşı) sonra İngilizlerin “Sir Ivon How adlı kahramanları kaç film konusu olmuştur. Karar sizin kıymetli okuyucularım. Çağrı Bey’i ve onun manevi babası, Azizi, Mürebbisi Ebul Hasan Harakâni Hz.ni tanımaya öğrenmeye başladığımız an “
Selçuklu Medeniyeti” nedir? Sorusuna cevap vermeye başlayabiliriz ve sonra da ümit ederim ki “
yazarlara, tarihçilere, senaristlere “ Selçuklu irfanının ve metafiziğinin kapısı ardına kadar açılacaktır.
EBU’L HASAN HARAKÂNÎ İran’da Bistam’a bağlı Harakan’dan, Bâyezid Bisâtmî’nin Türbedarı, onun aziz ve mübarek ruhaniyetinden feyz alarak “Üveysi” tarikle yetişti. Asıl adı Ali bin Cafer, künyesi Ebu’l hasan. ların bildirdiğine göre 425 hicri yılında Muharrem ayı, Aşure gününde (1033 veya 1034 Aralık ta)73 yaşındayken vefat etmiştir. Hakk’a göç eylediği tarihe bakılarak miladi 963’te dünyaya teşrif etmiş olmalıdır diye düşünülmektedir. Ebul Kasım Kuşeyri, Ebu’l Abbas Kassâb, Ebu Said el Miheni gibi mutasavvıflarla Gazneli Sultan Mahmud ve Çağrı Bey gibi Devlet ricaliyle İbn-i Sina gibi felsefe ve tıp otoriteleriyle bir arada bulunmuş ve nasipleri miktarınca onlara “
eşyanın hakikati nedir?” dersini anlatmış gönül kitabından okutmuştur.
İBN-İ SİNA VE HARAKÂNÎ Tezkiretü’l Evliya ve El Hadaiku’l Verdiyye’nin verdiği bilgilere göre Ebu’l Hasan Harakânî Hz.nin felsefe ve tıp otoritesi İbn-i Sina ile görüşmeye başlaması şu şekilde olmuştur. Tasavvufa ve tasavvuf erbabına karşı ilgi duyan İbn-i Sina Harakânîyi ziyarete gelir. Şeyhin evine varıp karısından şeyhin nerede olduğunu sorar. Karısı da, onun hakkında hiçte hoş olmayan laflar kullanarak evde olmadığını ve orman’a odun getirmeye gittiğini söyler. İbn-i Sina, Şeyhi görmek için Orman tarafına onu aramaya gider; yolda şeyhin gelmekte olduğunu ve yükünü bir aslanın taşıdığını görünce hayretle sorar. —Efendi bu ne hal böyle? Şeyhte:-Evde ki kurdun yükünü çekmemiş olsak, Allah(CC) bizim yükümüzü dağdakilere çektirmezdi, der. Evdeki kurt karısıdır. Çünkü son derece geçimsiz ve hırçın bir kadındır ama Harakânî Allah (CC) için onun sıkıntılarına katlanarak Kesb-i Kemâlât etmiştir. Harakânî Hz.i kaynakların ittifakla haber verdiklerine göre, Bâyezid Bistâmî meşrebindeydi. Onun gibi coşkulu ve cezbeliydi. Tevhid vahdet ve ilim konularında “eşyanın hakikatı” bahsinde pek çok söz söylemişti. Hallâc-ı Mansur gibi “Ene’l Hak” anlayışına uygun terennümlerde bulunmuştur. Ferîdüddin Attar Hz. Tezkiretül Evliyasında Hazretin bu manalardaki sözlerine yer vermiştir.
Kıymetli okuyucularımız sanıyorum ki meseleyi anlamaya ve hissetmeye başladılar. Çağrı Bey’i işte böyle bir büyük Sûfî ve mutasavvıf yetiştirip okutmuş ve Selçuklu medeniyeti işte bu şekilde mayalanmıştır. Selçuklu’nun “
ulu medeniyeti” kurmasındaki sır Harakânî Hz.dir. Hazretin hayatını anlatmaya devam edelim… Devrinin muhtelif âlim ve şeyhlerini tanıyan ve onlardan okuyan Harakânî en sonunda Bâyezid Bistâmî Hz. nin türbe ve dergahın da karar kılmış, senelerce önce vefat etmiş bulunan Bâyezid’in yolunu devam ettiren halifeleri ve müridleri ile görüşmüş kabr-i şerifinde 12 yıl türbedarlık yapmıştır. Bir gün Bâyezid Bistâmî Hz. nin huzurunda türbede otururken kendisinden nasihat isteyen kimseye şöyle buyurdu. “
Çok ağla, az gül; çok sus, az konuş; çok ver, az ye ve başını yastıktan uzak tut”. lar bize bu nasihati aynen Çağrı bey’e de yaptığını haber vermektedir. Çağrı Bey’e buyurduğu bir kelamını daha burada zikretmekte fayda var. Zira okuyucularım kıymetli gönülleriyle anlayacaklardır ki “Ulu Selçuklu Medeniyeti’nin “ temelinde bu söz var.
“İclis Bîl-hilmi, ventak bi’l-ilmi, evvelül-kelam Yehruc minke’s selam” (Hilm ile otur, ilim ile konuş, senden çıkan ilk söz selam olsun) Selçuklu tarihini araştıranlar bilirler ki Çağrı Bey dâhil olmak üzere Selçuklu Sultanları ve onların vezirleri devlet yönetiminde söz sahibi olanlar Hilm ile oturmuşlar, ilim ile konuşmuşlar ve saadetli ağızlarından çıkan ilk söz de selam olmuştur. (Hata ve günah insanlar için vardır. Tıpkı iyilik sevab ve kullara Allah(CC) için hizmet etmek insanlar için olduğu gibi. Yani demek isterim ki amacım hamaset değildir. Selçukluda Osmanlıda hataları ve iyilikleri ile bizimdir. Ancak Allah’ın(CC) izniyle Hasenatları seyyiatlarının üzerinde olduğu için asırlarca dünyayı idare etmişlerdir. Okuyucularımın bu önemli noktayı gözden kaçırmamaları gerektiğini söylemek zorundayım.)