Bilmediğin şeyin peşine takılma.
Bilmiyorsanız ilim ehline sorun.
İlmin yerini tutacak hiçbir şey yoktur.
Kur’ân’ın pek çok âyeti gibi, buraya aldığımız âyetler de bu gerçeği çeşitli açılardan dile getirmektedir.
Bu âyetlerin birincisinde, ilim, otorite kaynağı olarak belirtilmiş ve ardından gidilmeye lâyık yegâne şeyin ilim olduğu bildirilmiştir.
“Bilmediğin şeyin peşine takılma” sözü, son derece yalın ve net bir ifadedir.
Bu ifade ile her türlü taklit ve keyfîliğin kapısı kesin bir şekilde kapatılmaktadır.
Bu da hak dinin doğasında olan birşeydir.
Çünkü her zamanın ve her zeminin revaçta olan modaları, cereyanları, sapıklıkları, bâtıl fikirleri vardır.
İnsan bazan esen rüzgârların etkisinde kalır, bazan bir inada kapılır, bazan bir his ve heyecanla yahut adımlarını izlediği birisinin sözüyle kendisini haktan uzak bir yerde bulabilir.
Onun için, âyet son derece açık bir ifade ile “Bilmediğin şeyin peşine takılma” buyurarak her türlü yanılma ihtimalini daha işin başında bertaraf etmiştir.
Bu cümle, bir yasak ifadesi olmakla birlikte, bir emri de dile getirmektedir. “Bilmediğin şeyin peşine takılma” demek, “Peşine takılacağın şey hakkında bilgi sahibi ol” demektir.
Bu ise, insanı, her hareketinde bilgili ve bilinçli davranmaya sevk eden, hattâ bundan sorumlu tutan bir buyruktur.
Nitekim konumuz olan âyetlerin ikincisi de aynı anlamı vurguluyor.
Birinci âyet ilmi otorite kaynağı olarak gösterirken, ikinci âyet de ilmin adresini veriyor:
“Bilmiyorsanız ilim ehline sorun.”
İki âyeti bir arada düşündüğümüzde, “Ben birşey bilmiyorum; bilmediğim şeyin peşine de takılmıyorum” şeklinde bir mazeretin ardına sığınarak görev ve sorumluluklardan kaçmanın mümkün olmadığını anlarız. Bilmiyorsanız öğrenirsiniz; işte âyet bunu bize ders veriyor.
Eğer öğrenmek için bir zahmete katlanmanız gerekiyorsa katlanın, bir külfetin altına girmek gerekiyorsa girin. Yoksa sadece bir cehalet itirafı sizi kurtarmaz.
Gerek Nahl, gerekse Enbiyâ Sûresinin aynı emri tekrarlayan âyetlerinin özel anlamında bu konuya dair bir vurgu vardır.
Âyetin ilk cümlesinde “Senden önce gönderdiklerimiz de kendilerine vahyettiğimiz adamlardan başka birşey değildi” buyurulmuştur.
Böylece, daha önceki peygamberlere ve onların mazhar olduğu vahye işaret edilmekte ve sonra da “Bilmiyorsanız ilim ehline sorun” cümlesiyle, Kitap Ehlinin bilginlerine gönderme yapılmaktadır.
Oysa her iki âyet de Mekke döneminde inmiştir.
O dönemde ise, Kur’ân’ın muhatapları olan Mekke sakinlerinin arasında, bilgilerine başvurabilecekleri Kitap Ehli bilginleri yoktu.
Onları bulup birşeyler sormak için ya belirli dönemlerde onların Mekke’ye gelmesini beklemek veya onların olduğu yere gitmek gerekecekti.
Sonuç olarak, “ilim ehline sormak,” ciddî bir zahmet isteyen bir işti.
Âyetin özel anlamının içerdiği bu incelik, genel anlamı itibarıyla şöyle bir vurgu yapıyor:
Bilgisizlik bir mazeret değildir; ilmin fiyatını ödemek ve ona ulaşmak gerekir.
Âyetten alınabilecek ibretlerden biri de, soruyu ilmin anahtarı olarak göstermesidir.
“Bilmiyorsanız sorun” emri, açıkça, insanı sormaya, sorgulamaya, araştırmaya yöneltmektedir.
Bilinmiyorsa öğrenilecektir; ama bunun yolu sormaktır.
Daha genel anlamıyla, soran bir zihne sahip olmaktır.
İlmin kapısı ancak bu anahtarla açılır.
Bu kapının açılması ise, her türlü taklidin ve önyargının kapısının kapanması demektir.
Şurası da bir gerçek ki, sorular bir kere sorulmaya başladıktan sonra, ardı arkası kesilmeyecektir. İlimle meşgul olan herkesin gayet iyi bildiği gibi, bir sorunun cevabı başka soruları tetikler; başka sorular yeni bilgilerin kapısını açar; o kapıdan içeride ilim talibini yeni sorular bekler; böylece sorular ve cevaplar biteviye birbirini izler.
Bu bakımdan, Kur’ân’ın “Sorun” emrine kulak vererek ilmin yolunu tutan bir kimse, sonsuza kadar sürüp gitme potansiyeli olan bir gelişim yoluna adımını atmış sayılır.
“Bilmiyorsanız ilim ehline sorun” âyetinden alınması gereken bir önemli ders daha var ki, ona da bir sonraki bölümde temas edilecektir.
Kalın Sağlıcakla…