“Cinayete ses çıkarmayan, caninin suç ortağıdır! Her zorba, yiğitlikten dem vurur. Tehlikeyi görünce sıvışan, kuşatılınca teslim olan sahte bir kahramanlık. Tek gerçek yiğitlik, zora yok demek, insana güvenmektir. Düşmanı dost ederek yok etmek; küçülmek değil, küçülmekten kurtulmak. Hakkın ezeli gücüne, cihanşümul gücüne inanan zora yok diyebilir. Tek düşman var; “cehalet”. Bu savaş ışıkla karanlığın savaşı…”(Bu Ülke s.217) Cemil Meriç bu sözleri ile başlayalım istedim yazımıza. Konumuz cehalet ve okumak. Evet en büyük düşman cehalet, reçetesi ise okumak, araştırmak özetle ilim deryasında yüzmektir.
“Okumak kutsal bir emir olduğu için hepimiz tartışmasız okumanın faydalı ve çok önemli bir eylem olduğunu kabul etmişizdir. Bu sebeple okumak her fırsatta övülen, tavsiye edilen bir eylemdir. Ne yazık ki konuştuğumuz kadar kıymetini bilinmediğimiz için, okuma bilinci kazanamıyoruz. Sorun da bu kabul edişin kuru kuru bir kabul ediş olmasından kaynaklanıyor zaten. Nasıl okuyacağımız konusunda kafa yormuyoruz. Çocuklara illa da okusun diye baskı yapıyoruz. Aldığımız, elimizin altında olan, tavsiye edilen, çok satan kitapları okumak/okutturmak zorundayız sanıyoruz. Eğer bir şekilde sosyal medyamıza bu zararlı kitaplar düşüp gündem yapmayı başaramazsa yüzlerce hatta binlerce çocuk tarafından okunuyor. Okuma bilinci gelişmiş çocuklarsa bu gibi içeriklere maruz kaldıklarında bu zararlı bir şey diyerek tepkilerini ortaya koyabiliyorlar.
OKUMAK ÖNEMLİ BİR EYLEM
Okumanın önemli bir eylem olduğunu bilmediğimizden değil (zira bu konuyu yeterince ezber ettik, okumanın o’sunu, kitabın k’sini duyunca devamını anlayabiliyoruz) okuma eyleminin önemini anlamlandıramadığımızdan okuma bilinci kazanamıyoruz. Sürekli okumanın önemi vurgulanıyor da nasıl bir okuma yapmamız gerektiğini hiç kimse anlatmıyor. Bilmekle, anlamak arasındaki fark gibi. Bir bilgiyi bilebilirsiniz, ama fiiliyata dökemiyorsanız o bilginin hiçbir anlamı yoktur. Bu halimizle sınavlardan başarı elde edip, yüksek not ortalamaları ile mezun olan ancak iş çalışmaya gelince meslek hayatında sınıfta kalan insanlara benziyor halimiz.
Okuma eylemi bir bütündür aslında. Kur’an-ı Kerim’de, “Oku” emrinin hemen ardından “Yaradan Rabbinin adıyla oku” denir. Emri bir bütün halinde ele almayışımızdan kaynaklanıyor yaşadığımız sorunlar. Rabbinin adıyla okuyan insanın cetveli Kur’an’dır, sünnettir. Cetveli düzgün olan insan okuduklarını doğru ölçer-biçer. Doğru analiz edebilme yetisine sahip insanın önüne hangi bilgiyi hangi içeriği koyarsanız koyun yanlış bir yola sapma imkânı yoktur. O halde bizim Müslüman’ca düşünebilme yetilerine sahip olmamız ve çocuklarımıza da bu yetileri kazandırmamız gerekiyor. Bunun için de çocuklarımıza doğru ile yanlışın, iyi ve kötünün, faydalı ve zararlının ayrımını yapacak iradeyi kazandırmamız gerekiyor.” (Okuma bilinci-Selime Sümeyye Abatay)
NASIL YAPACAĞIZ BUNU?
Öğretmenlik hayatım boyunca çocuklarıma iki şey öğrettim, hayatı ve kitapları okumayı. Kitapların şekerlerden daha tatlı olduğunu tattırdım. Her gün olmasa da hafta da mutlak bir kitap okuttum. Okunan kitabın kısa özeti çıkarıldı, 5N1K’ın altı çizildi. Kitabın verdiği mesajlar hayatta uygulanabilir hale getirildi. Nihayetinde çocuklarım, okuyarak ilim ve irfan deryasının kapılarını açtılar. Sonrası yazmak, tartışmak, münazara yapmak v.s
Değerli dostlar başımıza ne geliyorsa, şu günlerdeki sıkıntılar dahil cehaletten geliyor. Aldatılışımız, yanlış yönlere kanalize edilişimiz hatta seçimlerimiz ve yanlış tercihlerimiz özetle bütün sıkıntıların kaynağı bilgisizlik. Müslümanız ama Kuran’ı ve onun öğretmeninin söyledikleri hadislerden haberimiz yok, oysa bu yüce kitabı en az bir defa okumamız gerekmiyor mu? Namaz kılıyoruz ama okunan suredeki bize verilmek istenen mesajlardan haberimiz yok, yani öğretilerini bilmediğimiz bir Müslümanlıktan söz ediyorum. Tarih, sosyoloji, psikoloji, sağlık, ekonomi… Bilmiyoruz işte, çünkü okumuyoruz, okutturmuyoruz ve böyle olunca da sadece bize gösterilenleri görüyoruz. Aslında da görmüyoruz gerçekleri. Ya da işin aslını fark etmiyoruz.
Peki kalın sağlıcakla.