Bugün son iki haftada değindiğimiz hususlarla ilgili birtoparlama yapıp konuyu sonlandırmak istiyorum.

Paylaştığımız hususlar bazen acı olabiliyor ve ucubirilerine dokunuyor ister istemez. Amacımız ne öğretmenlerimizi ne deimamlarımızı üzmek, ve onları itibarsızlaştırmak. Yani amacımız üzüm yemek,bağcı dövmek değil.

Birkaç gün önce camiler ve din görevlileri haftasımünasebetiyle cumhurbaşkanımız, din görevlilerinin yeterince inisiyatifalmadığı için FETO ve benzeri yapıların güç devşirerek toplum nezdinde hüsnükabul gördüğünden bahsetti.

İnisiyatif almak, bir başka deyişle sorumluluk almak,elini taşın altına koymak, böyle gelmiş böyle gitsin diyenlere karşı durmakdemektir. Bu gibi nitelikleri kazanmak ise gördüğümüz eğitimle bire biralakalıdır.

Atatürk’ün : “Öğretmenler, yeni nesil sizin eserinizolacaktır” talimatı doğrultusunda Laik ve seküler  anlayışa sahip bir toplum  hedefine kısmen de olsa ulaşılmıştı.

İşte tam da bu anlayışa zıt nesiller için 1950 liyıllardan itibaren hayatımıza İmam-hatip mektepleri girdi. Özellikle yatılıeğitim imkanı nedeniyle dar gelirli ve kırsaldaki gençlerin ilgi gösterdiğiokullardı İmam-hatipler. Yedi yıl İmam-hatip’te okumuş, bunun dört yılını daparasız yatılı olarak okumuş birisi olduğum için yazıyorum bunları.

İmam hatipliler aldıkları eğitim nedeniyle çağdaş vemodern olma amacındaki toplumla tam anlamıyla kaynaşamayan, toplumun birkesiminin istihza ile baktığı, bir kesiminin ise kendi yaşayamadığı İslamideğerleri temsil eden müstesna insanlar olarak görüp gıpta ettiği bir camiaydı.

Şimdi hatırlıyorum, Felsefe öğretmeni bir yandan,  milli güvenlik dersine gelen yüzbaşı diğeryandan o saf ve temiz zihinleri biraz olsun kirletmek için çabalayıpdururlardı.

Yanlış hatırlamıyorsam 1975 yılının şubat ayı idi.Benimde içinde bulunmaktan gurur duyduğum Gaziantep İmam-hatip önderliğindebaşlayan boykot birkaç gün sürmüş, boykot tüm ülke sathına yayılmış, sonundaİmam-hatipliler hakları olan üniversite sınavına liselerle aynı şartlarla girmehakkına kavuşmuşlardı.

Evet bu önemli bir aşamaydı, ancak her ne kadarimama-hatipler salt imam olmak için bu okula gitmiyordense de camilerin imam-hatip ve müezzin ihtiyacı bu okul mezunlarındankarşılanıyordu doğal olarak. Başarılı öğrenciler hem aile hem de öğretmenleritarafından üniversiteye yönlendirilirken, üniversiteye herhangi bir nedenlegidemeyenlerin de hedefi imam-hatip ya da müezzin olarak memuriyete girmekti.

Bazıları için imam ya da müezzin olmak bulunmaz birşeydi. Her ne kadar maaşları diğer devlet memurlarına göre daha az olsa da,namaz dışında bolca boş vakitleri olduğundan ek iş yaparak daha fazla dünyalıkelde etme imkanı vardı.

Halbuki onlara imam deniyordu, onlar toplumun önderiolmalıydılar. Tıpkı Allah resulü gibi. Aslında onlar bir diğer açıdan da öğretmensayılırlardı. Tıpkı Allah resulü gibi.

İşte bu ahval ve şerait içinde ezan biterken camiyegelen, cemaatten önce camiden çıkan imam portresi ortaya çıktı. İçlerinden birkısmı hem önder hem öğretmen olan bir peygambere vasi olduğunun bilincinde olarakcamilerin sadece günde beş vakit namaz kılınan yerler olmaktan öte bir misyonasahip olduğunun farkında olarak mücadele etmek istediler. Bir süre sonra hocasen işine bak, namazını kıldır , başka konulara fazla karışma diye uyarıldılar,uyarıyı dikkate almayanlar, ya görevden alındılar, ya da müftülüklerde masabaşı memurluğa atandılar. Bu şartlarda göreve gelen ve rutin dışına çıkmabelirtisi gösterdiğinde kulağı çekilen din görevlilerinin inisiyatif alaraktoplumu FETO ve benzeri yapılanmalardan korumasını beklemek birazhayalperestlik olmaz mı?

Gelelim asıl muradımıza. Söz çok, ancak toparlayıp konuyanokta koymak icap ediyor.

Camileri hayatın merkezine taşımanın yolu önceliklecamileri bu hedef doğrultusunda konumlandırmaktan geçiyor. Toplum farklınedenlerle de olsa camiye gelmeli. Camiler yapılırken eskiden olduğu gibi çokfarklı alanlarda hizmet verilen yerler haline gelmeli. Her caminin kapsamlı birkütüphanesi olmalı. Kadın ve erkeklerin çay içip vakit geçirebileceği uygunalanlar oluşturulmalı. Geleneksel hat ve ebru sanatının öğretimi sağlanmalı,yılın her günü faal olan Kur’an kursları hayata geçirilmeli. Din görevlilerinikameti için cami arazisi içerisinde mesken yapılmalı. Her vakit aç açıktaolanların sığınabileceği, bir kase çorba içebileceği, kirli isetemizlenebileceği mekanlar haline gelmeli. Cami ve müştemilatlarının temizliği,bakımı camideki görevlilere bırakılmamalı. Bir vakıf aracılığı ile yapılmalıtüm bu işler. Devlet bütçesine el uzatılmamalı. Okul dışında vakitlerinigeçirmek için camide çocuklara yönelik etkinlikler düzenlenmeli. Din görevlisiolacak kişiler bu vazifeyi sadece Allah rızası için yapabilecek kişilerdenseçilmeli. Din görevlilerinin yapacağı evliliğin sırf Allahın rızasına yönelikvazife anlayışı ile uyumlu olmalı.

Öncelikli hedef  hem normal eğitimde hem de İmam-hatiplerdegörev yapacak vizyon sahibi, Türkiye’yi bölgesinde ve dünyada önder ülkeyapacak nesiller için öğretmen yetiştirmek olmalı. Eğitim ve ilahiyatfakülteleri bu vizyon doğrultusunda yeni baştan revize edilmeli, imam –hatiplerdegörev yapacak öğrenmenler için İslami İlimler fakülteleri ihdas edilmelidir.

Alim’in kalemindeki mürekkep ile şehidin kanı mizandatartılacak ve alimin mürekkebi ağır gelecektir buyuran bir peygamberin ümmeti olarakhem öğretmenlerimizi hem de din görevlilerimizi toplumun önderleri olarakyetiştirmeliyiz. Onları derse gir çık, namazı kıldır çık sığlığından kurtarmakzorundayız.

O zaman şu seslenişle bitirelim yazımızı.

Ey dini ve fenni ilim sahibi alimler, gelecek nesillersizlerin eseri olacaktır.

Allah (cc) yar ve yardımcınız olsun

Kalın sağlıcakla…