İslam dünyası ve dolayısı ile ülkemiz bir türlü aradığımız huzuruyakalayamadı. Bunun temel sebeplerini yazdık. İdarecisinden, siyasetcisine,annelerden, hocalara varana kadar herkesin İslam Dünyasındaki sorunların oluşumundapayları olduğunu, yine aradığımız ortama ulaşmada da, tüm kesimlerinsorumluluğu bulunduğunu belirttik.

Şimdi neler yapılması gerektiği üzerinde duralım. Hani halkarasında bir deyim var, herkes evininin önünü temizlerse, sokağımız temizolur!” Tıpkı bunun gibi, öncelikle her fert kendi üzerine düşen sorumluluklarıyerine getermeli. Sonra da; “ Layık olduğumuz şekilde yönetileceğizdir(hadis)”

Evet, işte biz bunu yapmıyoruz, başkalarının hata, kusur vegünahlarını konuşurken, hiç olmazsa yalnız kaldığımızda, kendimizi eleştirmeyiöğrenmeliyiz. Bu bize acı verecek, nefsimiz kabul etmeyecek, etrafta sizden daha kötü durumda olanlara bakarak, onlar yapıyor ben niye yapmayacağımgibi sığınaklar bulup, kendimizi kandıracağız…

Şimdi artık; kabahat ve kusurlarımıza bahane uydurmadan, “evet,ben suçluyum” diyebilmeliyiz. Özür dilemenin erdem suyunu kana kana içmemizgerekiyor.

 

ERDEMLİ OLMAK

Mesele insan değil, erdemli insan olmaktan geçiyor. Günümüzde hepimiz herşeyi artık biliyoruz, ancak bilmek ayrı yaşamak ayrı. Öyleolmasaydı Rab’bimiz onların gözleri var görmez, kulakları var duymaz…” demezdi.

Şu bir gerçek, bilgili olmak yetmiyor ve bildiğimizle amel etmemizgerekiyor. Çünkü din güzel muamele(ahlak) ve iyiliği emretmek temellidir.

“Bilgi anlama dönüşmemişse, insan, “kitap yüklü merkep” olur.Bilgi, irfana dönüştüğünde mutluluğun baharı iç dünyada çiçek açar.

Bilmek ve anlamak farklı şeylerdir. Rize’de çayın yetiştiğinibilmekle onu içmek ve ondan tat almak elbette farklı şeylerdir.

Hakikat’i bilmekle onu yaşamak da farklıdır elbet.

İnsan bir boyutuyla hakikatin kendisidir. Kendini bilmek ise,insana bir anlam yüklediğinden bu, farklı bir açılımdır.

Bilgi, dış âlemin sırrı, anlamak ise sırrın sırrıdır.

Bilgi her isteyene verilir; anlamak ise, “dost” olanlara verilir;çünkü anlamak, olayların özüne vakıf olmaktır.

Bilmek, daha çok maddi, anlamak ise manevi, yani metafizikselboyutludur. Biri duyulara seslenir, öbürü duygulara hitap eder.

Buna paralel ispatın olduğu yerde inanç aranmaz. İnanç, duyuların kavrayamadığıya da kavramakta zorlandığı şeyler için geçerlidir. “Bu kalemdir, inan!”denmez; “inan” kelimesi orda fazladır. Fakat “Ahiret’e inan” denir, çünkü ogaybdır, yani beş duyuyla kavranamayandır.

Bu tespitleri yapan D. Ali Taşçı  yazısının sonunda şunlarısöyler. İnanmak, aynı zamanda anlamayı da beraberinde getirir. Herkes yarıninandığı şeyin anlam açılımını yaşayacaktır. Kimsenin inancına dokunmak gibibir hakkımız da yoktur…”

 

MODEL OLMALIYIZ

Diyeceğim şu ki hepimiz insanız, imtihan oluyoruz. Hırslarımız,isteklerimiz, arzumuz, şehvetimiz, nefsimiz, aklımız v.s ile donatılmışız vebize verilen ömür süresi içinde rollerimizi iyi yapmamız gerekiyor.

Sonuç insanın düzeldiği bir toplum düzelir. Ayetin ifadesi ile hakgelir, batıl zail olur. Tersinden okursak, batıl gelirse de hak zail olur. Şuanda dünya da batıl hakim, bu nedenle zulümler, kan ve gözyaşı hakim dünyamıza.Müslümanların sesini artık yüksek çıkması gerek, pısırıklığı bırakıp hakkıhaykırmalıyız.

Ama hakkı yaşayamayan bir insan da hakkı(doğruları) haykıramaz. Bunedenle öncelikle kendimizi düzeltmeliyiz, günah ve kusurlarımızdan uzakdurmalı. Sonra da kendimize en yakın, doğruları savunan idarecilerle yolumuzadevam edip, diriliş yolumuzu düzelteceğiz.

Bakalım Mevlam neyler, neylerse güzel eyler!

Kalın sağlıcakla.