Bu hafta da Ekmek ve çocuk üzerine konuşalım istedim Ekmek dediğimizde acaba aklımızda ne gibi şeyler öne çıkıyor. Sofralarımızın olmazsa olmazı, bir çoğumuz için ekmek doymakla eşdeğer bir değer olarak öne çıkıyor. Ekmek şehirleşme ile birlikte özellikle alt ve orta gelir grubu için yeni anlamlarıda beraberinde getiren bir kelime oldu. Ekmek davası, ekmek parası, ekmek teknesi, ekmeğinin peşinde, ekmeğine döz dikmek, ekmeğini elinden almak, ekmek arası, ekmek karnesi, pide ekmek, lavaş , hatta son zamanlarda popüler olan doğal ekmek gibi yeni kavramlarda literatürdeki yerini aldı. Ekmek dediğimizde aklıma dedemin (Büyük babam) iki çuval buğday için eşşek sırtında Elbistan’a gittiğini, dönüşte ise eşşek sırtında bugday olduğundan yaya olarak geri döndüğünü, bu yolculuğu asıl entresan kılan ise Elbistan’dan alınan buğdayın kaçak kabül edildiği için yolculuğun gece yapıldığını jandarmaya yakalanmadan köye ulaşmak için gündüzleri ormanda saklandığını anlatmıştı rahmetli dedem. Annem rahmetliden ise çocukluk yıllarında sahurda yiyecek olarak üzüm hoşafına ekmek batırarak sahur yaptıkları, o ekmeklerin ise her gün sabah namazından once yola çıkan günlük asgari yirmi kilometer yol kateden dedemin demiryollarında otuzbeş kuruş yevmiye ile çalıştığını, bu yevmiye ile de ancak çocuklarına ekmek alabildiğini dinlemiştim. Eski Türk filmlerinde toprağına göz diken ağalarla ölümü göze alarak mücadele eden insanların aslında tek derdi çocuklarının aç kalmama mücadelesinden başka bir şey değildi. Günümüzde ise çok farklı ortamlarda çok değişik biçim ve içerikte ekmek üretimi yapılmaktadır. Artan bu üretim beraberinde korkunç bir israfı da getirmektedir. Sadece ekmek ve üzüm hoşafı ile sahur yapan bir toplumdan, yemekle beraber ekmek yemeli mi yememeli mi?, Yenecekse ne kadar yenmeli, bir dilim mi, yoksa daha da mı az yemeli? Nereden nereye, koltuğunun altına aldığı somun ekmeği kopararak yiyerek eve gelen çocuk , neredeyse bir ekmeğin yarısını bitirirdi. Şimdi ise cope giden ekmeğe ilave olarak, yediği pizzanın, lahmacunun, ya da hamburgerin yarısını yemeden bırakan, bu nedenle yıllık bazda ülkemizde sırf ekmek olarak beşmilyar liralık bir israfın söz konusu olduğunu duyduğumuzda ister istemez insana nereden nereye dedirtiyor. Bu konuyu Allah Resulünün şu önemli emriyle tamamlayalım. “Ekmek kırıntılarını yemek, günahların bağışlanmasına vesiledir” *** Çocuklar, çocuklarımız, gözlerimizin ışıltısı, evlerimizin neşesi, geleceğimizin teminatı çocuklarımız. Henüz islamla şereflenmeden kız çocuklarının diri diri gömüldüğü bir dönemden, 1800’lü yılların başına kadar kıta Avrupasında altı-yedi yaşlarında manastıra verilen kız çocukları, yine aynı yaşlarda kontlar, lordlar için patates tarlalarında çalıştırılan çocuklar, Ülkemizde ise daha onbeşinde saçına kına yakılmış vatanı için cepheye gönderilmiş çocuklar. Bizim çocukluk yıllarımızda ise her çocuk muhakkak bir isle meşgul olurdu. Evin geçimine katkı yapmak her çocuğun görevleri arasındaydı. Favori işler ayakkabı boyacılığı, simit ve tatlı satmak, tamirci çıraklığı, terzi yamaklığı gibi. Orta sınıfın gelişmesi sonucu özellikle 2000 yılından sonra çocukların küçük yaşlarda özellikle ev’e destek amacıyla erken yaşta çalıştırılması artık eski yoğunlukta olmuyordu. Devletinde çeşitli düzenlemeleri sonucu artık belli yaşın altında çalışma yasaklanmış durumda. Bir yandan kesintisiz eğitim, diğer yandan çocukların çalıştırılmasının toplumsal normlarca da eskisi kadar kabül görmemesi sonucu özellikle bazı mesleklerde yeni eleman yetişmemesi gibi sorunu da beraberinde getirmiş durumda. Lise eğitiminin zorunlu hale gelmesi ile gençler zorunlu olarak okul ortamında tutulmakta, genellikle 18-19 yaşlarında lise mezunu olan birçok gencin elinde hiç bir işe yaramayan lise diploması ile asgari ücretle taşeron elemanı olmaktan başka bir çaresi kalmamakta. Sanal alemin getirdiği yeni sorunlar, sosyal çalkantı ile beraberinde boşanmanın artması ile çocuk esirgeme yurduna bırakılan çocukların sayısında meydana gelen anormal artış, ev içerisinde bilgisayar başında dünyadan habersiz bilgisayar oyunları, sanal alem gibi ortamlarla çocukluğu uzun süren artık otuzlu yaşlarda bile evin bir odasında böyle bir hayat tarzını tercih eden yeni nesil. Bir çok anne- baba bu durumu çaresizce izlemekte, bu kısır döngüden çocuklarını nasıl çıkartacakları konusunda uzmanların kapısını aşındırmakta. Sekizinci sınıf sonunda TEOG, 12. sınıf sonunda ise üniversite sınavı ile hayatının en güzel yıllarını neredeyse yaşamadan geçiren bir nesiller. Velhasıl geçmişte başka, günümüzde başka sorunlar. Her şeye rağmen ülkemiz ve çocuklarımızın geleceği için yapabileceğimiz bazı şeylerin olduğunu unutmadan yılmadan usanmadan çaba harcamaya çalışmalıyız. Hepimize kolay gelsin Haftaya görüşünceye kadar Allah’a emanet olun.