Bir derviş birgün, çukurdan çıkamaya çalışan bir akrep görür. Ona yardım etmek ister. Eline bir çöp alıp çıkarmaya çalışırken onu gören insanlar, “ne yapıyorsun, bırak uğraşma zehirlidir, tehlikelidir. Seni sokar” derler. Ancak derviş onları dinlemez. Doğru bildiğini yapmaya devam eder.Nihayet akrep elinden sokar. Olayı izleyen insanlar, “bak gördün mü, işte seni soktu. Sana akreple uğraşma dedik, dinlemedin” derler. Derviş de onlara: Her canlı fıtratının gereğini yapar. Akrep akrepliğini yaparken ben de insanlıktan vazgeçmedim. Beni ısırsa da ona insanlığımı yaptım, der.

 Her canlı tabii reflekslerini kullanacak, kendi fıtratına uygun tepkiler ortaya koyacaktır. Her etkiye karşı bir tepki Allah’ın evrene koyduğu değişmez yasalardan biridir. Arapça ifadesiyle “men dagga dugga” Yani “kim kimin kapısını nasıl çalarsa onun kapısı da öyle çalınır.”

Bir şarkı sözünde: “Bir kez öp beni, iki kez öperim seni” diye seslenir sevgiliye aşık. Evet babamız anamızı etkilemeseydi biz dünyaya gelmezdik. Aşkın sebebi sevgidir, fıtri ilgidir. Sevginin ilerlemiş hali ise aşktır. Etki tepkiyi, sebepler sonuçları doğurmaktadır. Allah her şeyi bir sebebe bağlamıştır. Sebeplere sarılmalı bir işi isteyince.

Rüzgâr esecek ki yaprak kımıldasın. Kartal kalksın ki sal sarksın. Güneş doğsun ki buğdaylar olgunlaşsın. Dünya dönsün ki gece gündüz olsun. Dağlara doğru seni seviyorum diye bağıralım. Aynı ses geri döner bize gelir seni seviyorum diye.Suya,toprağa,havaya bir atık bırakalım doğa,bize aynen iade eder.

Evet, bir etki olmadan bir hareket olmaz. Hareket hayatın kendisidir. Hareket olması için bir etki olması yani sebep olması şart. Şoför olmadan bir araç, kaptan olmadan bir gemi, vatman ve makinist olmadan bir şimendifer hareket etmez. Bazen insan, iyi ki Allah var. Yoksa dünya dönmez, yağmur yağmaz, güneş doğmazdı diyor.

Sağ yanağımıza bir tokat vurulsa sol yanağımızı çevirmeyiz. Kurşun atana gül atamayız. Saldıran karşı taarruz ederiz. Yüzümüze gülene güleriz. Yardım edene yardım ederiz. İğneyi kendine çuvaldızı başkasına batır deriz. Ölüye    giden ağlar, düğüne giden oynar deriz. Tek başına oynayana deli, Şalvarla denize girene keriz deriz.

Bir yanlış davranış görünce elimizle, dilimizle müdahale ediyoruz. Hiçbir şey yapamazsak kabrimizle buğz (nefret) ediyoruz. Vicdani tavır koyuyoruz. Çünkü vicdanı besleyen dindir. Vicdanı olmayanın dini de yoktur. Din vicdanı, vicdan insanı sevk ve idare ediyor.

Sevgi ile büyüyen çocuk sever, dayakla büyüyen çocuk döver. Şiddete yönelir. Şiddet de bir tepki verme biçimidir. Yerinde ve zamanında, yanlış olaylara karşı     eşit orantıda mukavemet kullanmak kötü bir şey değildir. Hatta zorunludur. Savaş bütünüyle şiddete karşı şiddettir. Adam öldürme işidir. Ölmemek için öldürmek zorunda kalir insan nefsi müdafa,milli mudafa yaparken. Benim anam ağlayacağına senin anan ağlasın demek zorunda kalabiliyoruz iş başa düşünce, ateş bacayı sarınca, cenk başlayınca. Tarih, anaların ağlama tarihidir. Kim kimin anasını ne kadar ağlatırsa ağlatmıştır dünya kuruluğundan beri. İnsanlık tarihi aynı zamanda savaşlar tarihidir. Savaşlar ise olumsuz sebepler, gelişmeler karşısında gösterilen tepkilerdir. İnsanlar savaştan yoruldukları zaman, “savaşma seviş” demişlerdir. Barış da olumlu gidişatın, müspet sebeplerin doğal sonucudur.

Büyük barışlar, büyük savaşlardan sonra gelir.” Cenge hazır ol, eğer ister isen sulhu salah” sözü boş bir laf değildir.

Sözlerde kurşun gibi etki etki yapar. Yunus Emre’nin;

 “Söz ola kese savaşı söz ola bitire başı
Söz ola ağılı aşı bal ile yağ ede bir söz”

Evet bir söz sihir gibi etkiler insanı. En aksi,asi,serkeş,haydut insanı bile yola getirebilir bir güzel söz. Nitekim Kuran’da Allah,  Hz. Musa’ya (as) “Firavuna git yumuşak söz söyle!” demiştir. Evet “lisanı leyyin” insanları etkiler. Sert, kaba ve Sin Kaflı bir üslup ise insanları uzaklaştırır. İletişimi koparır.

Günümüzde, tavuk eti yemekten kadınlık harmanları çoğalmış, genetiği bozulmuş ebter gıdalarla beslenmekten fıtri tepkileri tükenmiş, sinirleri alınıp lop et haline gelmiş, tepkisizlik tepkimesine girmiş, âdeta tıp tepmiş insanların sayısı hızla artmaktadır. Tabut tabut gelen şehit cenazelerine karşı eskiden olduğu gibi çok güçlü toplumsal tepkiler yok artık. Vurdum duymazlık, aymazlık, acımazlık, bana değmeyen yılan bin yaşasın anlayışı tepkisizliğin birer göstergesidir. Okumayan, düşünmeyen, sorgulamayan, eleştirmeyen, tartışmayan, kaval çalınca dinleyen, ıslık çalınca gelen mankurtlaştırılmış bir toplum birliğini koruyamaz, varlığını sürdüremez. Manda mayısı gibi dağılıp giderler. Millî hissiyatını, millî reflekslerini yitirmiş toplumların bekası tehlikede demektir. Bir parmağın acısını bütün vücut hissetmelidir. Bir binanın taşları gibi her vatandaş diğerini desteklemelidir. İnsanlar birbirinin elinden dilinden güvende olmalıdır. Etkinin tepkiyi doğurduğunun bilinciyle…Yoksa bir kıvılcımın etkisi sebep olur bütün ormanın yanmasına. Kapımızın güzel çalınmasını istiyorsak biz de başkalarının kapısını güzel çalmalıyız. Yoksa bir kere öpeni, iki kere öperler! Kimse kimseyi suçlamasının. İnsanın başına gelen belalar kendi elinin eseridir.

Hülasa; İletişimde, ticarette, sanatta, siyasette, sosoyal hayattta ettki tepki prensibini,sebep sonuç ilkesini gözetmek mecburiyetindeyiz.

 Hassasiyetlerini kaybetmemiş, yanlışa karşı tepkisini korkusuzca koyan, göğsünü siper den, kale gibi dimdik duran insanlarımızı sevmeli ve korumalıyız. M.Akif’in dediği gibi:

“Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!

Adam aldırmada geç git, diyemem aldırırım
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu
İrticanın şu sizin lehçede ma'nası bu mu?