Bu günlerde hemşehrimiz Sadık Usta’nın Dünyayı Değiştiren Düşünürler kitabını okuyorum. Bu kitapta Farabi’den de uzun uzun bilgiler yer alıyor. “Maddi Cisimlerin Oluş Sırası” başlıklı bölümde, yerin altı ve üstünde, suda ve ateşte meydana gelen aynı cinsten cisimlerlerden bahbeder. Elementlerde ve bütün diğer şeylerin her birinde, onları özellikleri bir dış hareket ettirici olmaksızın, onlarda bulunan bir özellik olarak, kendileriyle veya kendilerinden ötürü var olduklarını şeyleri doğru hareket ettiren kuvvetlerden; madenler, elemetlere daha yakın olan ve daha az bileşenli bir karışımın sonucunda ortaya çıkmasından; bitkilerin madenlerinkinden daha çok bileşenli bir karışımın sonucu olarak ortaka çıkmasından uzun uzun bahseder ve hayatının son kısmını eve kapanarak geçirdiği içinde der ki: “ Yanımda bulunan ve avucumda ışıldayan hikmet şarabını içerim, yarenlerince mürekkep şişeleridir, musikim ise onların çıkartığı seslerdir! Şimdi böyle bilimle iç içe olan bir Türk ve Müslüman olan ülemaların bulunduğu toplum nasıl olurda geriler?

Farabi diyor ki, tecrübe (deney) ile nazariye (kuram) de yeterli değil. Muhayyile (imge) de önemlidir Önce tahayyül edeceksiniz. Muhayyilenizde birçok şeyi yaratacaksınız. Sonra da nazariyeyi kuracaksınız. Böylece nazariye sizi tecrübeye sevkedecektir. İşte bir ilimin oluşması için bunlar önemli.

MÜSLÜMAN ALİMLERİN ESERLERİ ÇALINDI

İsterseniz biraz da gerilere giderek, devam edelim yazımıza."İslamiyet ortaya çıkışının 2. yüzyılında İspanya'ya (Endülüs) ayak bastı. İslamiyet İspanya'ya ayak basmasıyla kendi kaderini çizdi. Yeni bir dinin temsilcisi olarak oraya gitti. İnsanları ilmiyle dehşete düşürdü. Orada yaşayan Hıristiyan ve Yahudileri etkiledi. İslam oraya girmesiyle onların şuur sahalarına girmişti. Bu onları uyandırdı ve Haçlı seferlerine itti. Bir kördüğüm şeklinde olsa da, papazlar, Müslüman alimlerin kitaplarını Latince'ye tercüme ederek bilimsel gelişmenin ilk adımlarını atıyorlardı. Yahudiler ağırlıkta olmak üzere, tercümeyi papazlar yapıyordu. Çünkü Avrupa'da başka okuma yazma bilen yok gibiydi. Bu arada, Batı bilimini sanıldığının aksine din adamlarına borçlu. Avrupalılar; Sicilya ve Endülüs'te tercüme edilen İslam bilginlerinin eserlerini kaynak göstermeden intihal ediyorlardı (çalıyorlardı K.S.). Eserlerin isimlerini değiştiriyorlardı. Bu yüzden Batı uygarlık ve biliminin temeli aradaki İslam bilimi atlanarak ondan önceki yüksek medeniyet olan Yunanlılara izafe ediliyor. Örneğin 13. yüzyılda yaşayan Raymondus Lullus adındaki papaz, az Arapça bilmesine rağmen, Avrupa'da Arapça eğitim veren merkezler kuruyor ve 'Müslümanları kendi silahları ile vuralım' diyordu. Kitaplar yazıyor ve büyük bir alim olarak geçiniyordu. Fakat, bundan 50 yıl önce ortaya çıktı ki, bu adamın 70'e yakın eserinin hepsinin Arapçaları vardı. Yani bunların hepsi Arapça'dan tercüme edilmişti. Müslümanlar Yunanlılardan ilim aldılar. 'Düşmanımızdan ilim alıyoruz' diye bir düşünceleri yoktu. Örneğin, Müslümanlar Aristo için "Muallimul Evvel" tabirini dahi kullanıyorlardı."

HERŞEYİ BATILILAR BULMADI

Herşeyi Batılılar bulmadı, Batılılar keşfetmedi..Bu gerçeği somut olarak görebilmeniz için, yolunuz bir gün mutlaka Gülhane Parkı'ndaki "İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi'ne uğramalı. Yalnızca kendinizin gitmesi yeterli değil, dostlarınızı, özellikle de çocuklarınızı götürmelisiniz. Bu, bir Türk olarak, bir Müslüman olarak görevimizdir..

Tabi bir başka görevimiz daha var, tarihle övünmek yerine, günümüzün Farabilerini yetiştirmek durumundayız.

Son dönemde bu durum yani bilgi fakirliğimiz fark edildi, yani batı dünyası bilgiyi elinde tutunca, kuvveti de elinde tutmaya başladı. Bizler, bilim ve teknolojide onlara el açar olduğumuzu gördük, geç oldu ama gördük, şimdilerde bu alanda küçük küçük adımlar atmaya başladık.

İnşallah yarında da ülkemizde bu alanda nelar yapılıyor, hatta Kahramanmaraşımızında dahil edildiği Dene Yap Projesi hakkında bilgiler vereceğim.

Peki kalın sağlıcakla.