Bilimin Dinselliği- Albert Eınsteın “ Derin bir bilimsel kavrayışa sahip kişiler arasında, kendine özgü bir dini duyguya sahip olmayan, neredeyse yok gibidir. Fakat bu, sıradan insanın dini anlamasından farklıdır. Onun için Tanrı ödüllerinden yararlanılan ve cezasından korkulan bir varlıktır. Bir çocuğun babasına karşı hissettiklerinin ulvileştirilmiş haline benzer. Her ne kadar içinde korkuyla karışık bir saygı barındırsa da, belli bir dereceye kadar kişisel ilişkiye girilen bir varlıktır. Ancak bilim insanı, evrensel nedenselliğin anlamına vakıftır. Onun için gelecek, tıpkı geçmiş gibi, zorunludur ve belirlenmiştir. Dini duygu, müthiş bir aklın dışa vurumu olan doğal yasalarının uyumu karşısında duyulan coşkulu bir hayret biçiminde kendini gösterir. İnsanın tüm sistematik düşüncesi ve eylemleri, bunun yanında sadece önemsiz birer fikirden ibaret kalır. “Bencil arzuların esaretinden kurtulabildiği sürece, bu duygu hayatını ve çalışmalarını yönlendiren en temel ilkedir.” Şüphesiz ki bu, her dönemde dindar dâhileri meşgul eden soruyla benzerlik gösterir.”
Niyâzî Mısri ve Zaman : ( İrfan Sofraları 19. Bölüm sayfa: 60) Sadrettin Konevi Şerhûl – Ehadîsi’l- Erbaîn eserinin yirmi yedinci hadis şerhinde demiştir ki Allah’ın Resulü (S.A.V) in “
Zaman döndü, dolaştı, Allah’ın yeri göğü yarattığı gündeki hali üzere geldi” buyurduğu sabit olmuştur. Bu hadisin sırrının keşfî manası şöyledir: Bil ki bu hadis, kâmillerin derinine nüfuz edebilecekleri ilahi ilimleri ve daha birçok sırrı da içerisinde barındırmaktadır. Sabahla güneşin doğması arasında ki zaman ne ise Resul’ün gönderilmesiyle kıyamet arasındaki zamanda odur. ( Hazret, zaman izafidir buyuruyor) İşte buna peygamberimiz as Hazretleri şu sözleriyle işaret buyurmuştur. “
Ben o zaman da gönderildim ki benimle kıyamet şu iki parmak gibi birbirine yakındır. Hatta az daha o beni geçecek” Sonra Konevî izahının sonlarında buyurmuşlardır ki anlatılan hususlara daha sayılamayacak kadar çok işaret vardır. Ama insanın zuhuru meselesine bakacak olursak bunu yedi bin yıl ile sınırlayamayız. Öyle sanıyorsanız öyle değildir. Bundan maksat şunu anlatmaktır.
Yüce Allah, Küllî devrenin başında adını bildiğimiz şeyleri yarattı. Hüküm ve emri ilahi, Sünbüle burcuna gelince Âdem’i yarattı. Devirlerin sayısının tamamını Hazret-i Allah bilir. Bir de Allah bunları kullarından bazılarına bildirir. Niyâzî Mısrî Hazretleri İrfan Sofraları kitabında ( 44. Bölüm sayfa: 111 de ) Zamanın sırlarının nasıl anlaşılacağına dair de işaretler de bulunmuştur. Hazret-i Pir Efendimiz buyurmaktadırlar ki “
Zamanın sırları, hadis-i Şeriflerde anlatılmaktadır. Onlardan biri de: Zamanınız günlerinde Rabbinizin nefhaları ( nefesleri, güzel kokuları ) var. Kendinizi onlara arz edin. Kelamıdır. İlahi nefhalar, her zamanda bulunan kâmiller ve onların kıyamete kadar süren nefesleridir. Yani zamanın sırlarını onlar Allah’ın bildirmesiyle birlikte bilmektedirler. Bunlardan nefhalar diye bahsedilmesinin sebebi şudur ki: Onlar, içlerinde bil kuvve mevcut olan ilimleri, marifetleri, güzel fiilleri ve güzel huyları fiile çıkardılar. Bundan dolayı halk arasında misk, öd ve amber gibi oldular ve insanlara rahmet esintilerini taşıdılar. Zamanın, günleri zikretmek ile anlaşılacağı gibi, dünyanın, kıyamete kadar sırları bilenlerden ayrı kalmayacağı da bilinmelidir. Onlara arz edilmekten maksat ise onları arama onlar ile olma emridir. Ancak bu takdirde rahmanî nefhalar (kokular) dan ibaret olan mübarek , nefis nefesleriyle insanların içlerinde bulunan kemaller fiile çıkarda onlarda ötekiler gibi evliya olurlar. Ayrıca bu ilahi emir yine zamanın sırlarını anlamak için oruca ve açlığa susuzluğa da teşviktir. Çünkü Hazret-i Peygamber as oruçlunun ağzının kokusu, Allah indinde misk kokusundan daha güzeldir buyurmuştur. Kemalâta erenlerin çoğu, ancak bu yolla ermişlerdir. Çünkü bu yol, mücahedelerin en zorudur. Bundan hâsıl olan maarifet ise en güzel nefhadır. ( kokulardır) Keza güzel vakitlerde, bilhassa seher vaktinde Rahmanî cezbeye de teşviktir. Çünkü seher vakti, uşşaka (âşıklara) nefha-i rahmaniyye’dir. Yüce Allah’ın huzuruna da yaklaşma sebebidir. Bu, ancak bütün vakitleri kaplayan çok nafile ibadet yapmakla olur. Çünkü yüce Allah bir kudsî hadiste “ kulum nafilelerle bana yaklaşmaya devam eder, o kadar yaklaşır ki kendisini severim. Ben onu seversem, onun kulağı, gözü olurum “ buyurmuştur. İşte bu sevgiye meyletmek, ilahi nefhalara meyletmek ve sırları öğrenmek demektir. Keza nefhalar, meşayihin telkinidir. Nefehat, meşayihin kalplerinin istidatlı kimselere yönelmesidir. Bu da hizmet, teslimiyet ile olur. Bundan dolayıdır ki Peygamber as “kendinizi onlara arz ediniz” buyurmuşlardır. Âlem, bu nefhalar ile doludur ( aslında bilgiler ile doludur) ama nezleli burunlar bu nefhaları koklayamazlar.( yani farkındalık sahibi olmayan kişiler irfan ve hikmetlerden hakikat bilgisinden mahrum kalırlar) Burunların nezlesini Hazret-i Allah’ın izni ve müsaadesi ile şeyhin telkin ve teveccühü giderir. Nefhalar, ayrıca yetimler, dullar, fakirler, zayıflar, mazlumlar gibi kırık kalpli olanların kalplerini tamir etmekle de bulunabilir. Bütün ibadetler, bu nefhalara vesiledir. Fakat bunlara en yakın yol, tevhit ilmidir. “ Niyâzî Mısrî Hazretleri kıymetli yazısında görüldüğü üzere tıpkı Albert Eınsteın’in anlattığı gibi bilimsel verileri anlamlandırmak için dinsel coşkuyu yaşamayı ve bencil arzuların esaretinden kurtulmayı önermektedir. Daha da açıklayıcı olmam gerekirse Hazret-i Pir zaman kavramı ile ilgili hikmetleri ve kâinatın diğer sırlarını öğrenmek isteyenleri Hazreti Allah’a yaklaşmaya ve ona dost olanlardan ilim tahsil etmeye davet etmektedir. Bu manada ilahi sırları anlatacak kişileri yani Niyâzî Mısrî’nin öğretisinde anlatılan gerçek âlimleri de tanımak zorundayız. O zaman da yine hazretin hikmetli yazılarına bakmamız gerekmektedir.
(DEVAM EDECEK)