Son günlerde şiddet’te kaymalar görülmekte, kadına şiddet yerini çocuklara şiddete bıraktı. Konu Cumhurbaşkanımızın da gündeminde olunca haliyle daha bir ilgi çekti. Bir çok gazete manşetten haber yaparken, köşe yazarlarımız da bu konuya Fransız kalmadılar. Öyle ki farklı bir açıdan yaklaşmak adına son yılların popüler gazetecilerinden olan Nagehan Alçı Rahmetli Münir Özkul’un  cenazesi münasebetiyle konuyu rahmetlinin çevirdiği filmlerdeki erkeklerin kızlara tokat atmasına getirerek, erkeğin kadına şiddetini bu filmlerin meşrulaştırdığını ve bu günlere gelindiğini söyledi. Biraz çekici biraz da dilbaz olursanız, yalakalıkla ilgili de bir sorununuz yoksa birden popüler bir sima haline gelir, gazete köşeleri ve televizyonlar da ki tartışma programlarının aranılan ismi haline geliverirsiniz.

Daha bir çok kadın gazeteci bu konuyu köşelerine taşıdılar. Ah vah ettiler. Lanetler yağdırdılar. Bir çok olayda olduğu gibi bir iki gün içerisinde bu olayda gündemde ki yerini kaybetti. Ne zamana kadar bir sonra ki daha vahim bir olaya kadar. Olur mu olur. Olması için her türlü zemin mevcut. Peki, ne olacak, biz bu şiddet sarmalından kurtulamayacak mıyız? Böyle devam ettiğimiz sürece bırakın kurtulmayı, daha beterleri ile yüzleşmemiz kaçınılmazdır.

Değerli dostlar, insanlar istiyor ki, her konuda kafamıza göre takılalım, keyfimizce yaşayalım, korkuları hayatımıza hiç sokmayalım. Hele mevzuu Allah korkusu ise kapımızdan içeri bile sokmayalım. Halbuki atalarımız ”Kork Allah’tan korkmayandan” diye ne güzel bir deyim bırakmışlar. Hayatımıza kısıtlama getirecek her türlü kuralı elimizin tersi ile itelim, özgürlüğümüzden asla taviz vermeyelim. Devlet tam demokratik olsun, cezaevi koşulları insanca yaşama uygun hale getirilsin, mahkûmlara asla kötü muamele yapılmasın, koğuşlar kalabalıklaştığında bir af’la birazını salıverelim.

Seksenli yılara kadar ülkemiz insanının çoğunluğu köy ve kasabalarda yaşıyordu. Televizyon yayınlarının köylere ve kasabalara ulaşmasıyla kent yaşamının cazibesi kırsaldan kente göçü bir anda hızlandırdı. Bugün itibarıyla nüfusumuzun %80 i kentlerde yaşıyor. Köy ve kasabalarda çeşitli imkânsızlıklara rağmen hayat basit ve kolaydı. Yaşam standardı düşüktü ancak bu çoğunluk için geçerli olduğundan çok fazla sorun olmuyordu. Hâlbuki kent hayatı yepyeni koşulları da beraberinde getiriyordu. Bin yıl önce ile 1960-70 yıllarda ki köy ve kasabadaki hayatın arasında çok fark yoktu. Sade bir hayattan, karmaşık bir hayata, yetinme duygusu yerine tatmin olmayan yeni duygu trendleri. Kadın erkek ilişkileri, evlilik öncesi ve sonrası tutum ve davranış kalıpları tamamen değişmişti.

Köy ya da kasabada kadınlar ve kızlar belli birkaç nedenle evlerinden çıkarlardı. Bilhassa yeni yetme kızlar sadece pınardan su getirmek için dışarı çıkar, pınar başında bekleyen delikanlılarla bu sayede bakışır, gülüşürler, muhabbeti ve evliliğe giden süreci başlatmış olurlardı. Bir süre sonra oğlan tarafı kızı istemeye gelirdi. Eğer kızın yaşı henüz evliliğe müsait değilse ve oğlanın askerliği gelmiş ise söz kesilir, kızın başı bağlanır, böylece artık diğer delikanlılar o kıza bakmazlardı. Köy ve kasabada boşanma olayı çok istisnai bir durumdu. Evlilikler genellikle yakın ve uzak hısımlar arasında olduğundan boşanma sözünü hele hele bir kadının ağzından duymak imkânsızdı. Çünkü evlilikler bir yastıkta kocamak için yapılırdı. Evliliğin ilk birkaç yılı kaynana yanında geçerdi. Kaynana bu süreç’te hem gelinin evi çekip çevirecek olgunluğa ulaşmasını sağlar hem de toy olan oğlunun geline eziyet etmesine müsaade etmez,  oğlunun da adam olmasını sağlardı.

Hâlbuki şehirde bu işler başka türlü yürüyordu. Şehirde pınar yoktu, ancak fabrikalar, işyerleri, okul, sinema, toplu taşım araçları gibi insanların mecburiyetten de olsa bir araya geldiği yerler vardı. Artık oğlanla kız sadece bakışmakla yetinmiyor, mahallelerinden uzak yerlerde buluşup, el ele geziyor, sarmaş dolaş oluyor, öpüp koklaşıyordu. Köy ve kasabalarda yüzlerce yıl ön üç-ön dördü’nde başı bağlanıp en fazla bir iki yıl beklenip daha sonra kız kısmı bir an evvel yerini yurdunu bulmalı diye evlendirilirken, şehirde bu işler böyle olmuyordu. Allah Resulü “Evlatlarınızı evlenme çağı geldiğinde evlendirin” diye buyurmuş iken, devletimiz bu yaşı on sekiz olarak belirlemiş. Özellikle kızlar bu yaşlara geldiğinde artık kimseyi dinlemez, ben bilirim der hale gelir.  Televizyon dizilerindeki yakışıklı prensler genç kızlarımızın eş seçimi için rol modelleri olmuştur artık. Bir beyaz atlı prens’in gelip onları terkisine atıp götürmesini hayal ederek geçirirler gençlik yıllarını. Etraftan yavaş yavaş şu kızın da yaşı epeyce ilerledi, evde kaldı sözleri duyulmaya başlayınca hem aileyi hem de kızı bir telaş alır. Artık beyaz atlı prensten umut kesilmiş, bir isteyen olsa diye kızın anası etrafa, konu -komşu, hısım akrabaya el altından haber salar olmuştur. Böylece kıza görücüler gelmeye başlar, Artık armudun sapı, üzümün çöpü deme vakti geçmiştir. İçlerinden en uygunu seçilip, ( Bu uygunluk için kriter ise boyu bosu ve bir işinin olmasıdır) soyu sopu fazla deşelenmeden, ehli namus mudur, namaz abdest  ne alemdedir, içki ve kumarla arası nasıldır, oğlana rol model olan babasının ailesine davranışı yumuşak, nezaketli, kibar mıdır, yoksa hoyrat ve nobranca mıdır? Hiç sorulmaz araştırılmaz. Oğlan tarafı da kızla ilgili fazla bir araştırma yapma gereği duymaz, kız güzelse yeter de artar .

İşte bu ahval içinde gerçekleşen evlilik her türlü riske açıktır. Daha evliliğin ilk haftasında yeni gelin yüzü gözü morarmış bir halde ana evine gelebilir. Bu birkaç nedenle olabilir. Koca babasından gördüğü gibi davranıp yeni gelinin yaptığı yemeği beğenmeyip karısını dövmüş olabilir. Ya da internet ortamında gördüğü şeylerden etkilenen ve beklentileri çok yüksek olan gelin kocasının yataktaki performansını beğenmeyip onunla alaycı bir tavırla konuşabilir, bu da erkeğin şiddet göstermesine neden olabilir.

Bir başka versiyon ise oğlan bir kızı beğenir, onunla arkadaşlık etmeye başlar, evlenmeye karar verirler, oğlan konuyu annesine açar, anne bir araştırayım der. Sonra, oğlum o kızdan sana eş olmaz dese de oğlan dinlemez, evlenirler. Aradan kısa bir zaman geçmiştir ki, kız kocasını şiddet uyguluyor diye karakola şikâyet eder.

Evet değerli dostlar bu konu bir haftada bitirilecek bir konu değil. Bu haftayı şu şekilde bağlayıp haftaya devam edelim. Son olayda iki küçük çocuğu öldüren baba karısını arayıp, niçin ”Çocuklarını öldürdüm, gel al” diyor. Acaba kadın babayı cezalandırmak için, ona olan kini nedeniyle çocukları görmekten vazgeçirmek için çocukların ondan olmadığını ima ederek, söylediği bir söz ya da gerçekten çocukların babası olmadığına inandırmak için ”İstersen DNA testi yaptır” dediği için olabilir mi?

Hoşça kalın.