Hepimizin üzerinde büyük emekleri olan öğretmenlerimizinhakkını, hukukunu korumamak, hizmetlerinin kutsallığını bilmemek, toplumlarıgiderek körertir…
Bu meslek öyle bir kutsaldır ki, her birimizin onlara enazından manevi borcu vardır. Geçtiğimiz günlerde, bu bağlamda bir arkadaşımlakonuşuyordum ki, bana şunları söyledi ve ardından da bir hikaye anlattı. Dediki, “Biz öğretmenler, başkalarının çocukları ile ilgilenirken, çoğu zaman kendiçocuklarımızı bile ihmal ettik. Hani derler ya; “Mum dibine ışık vermezmiş!”Evet bende, bu öğretmenlerdenim, kendimi öğrencilerime öyle adadım ki, kendiçocuklarımı unuttuğumu ancak üniversite sınav sonuçları açıklandığında farkettim. Toparlamaya çalıştım, ancak geç kalmıştım”
Bir de hikaye paylaştı; “ Dt.Abdülkerim Karaağaç’a ait buhikayenin sonunu okuduğunuzda, bumesleğin ne kadar kutsal olduğunu belki de daha iyi anlayacaksınız. Hikaye uzun ben kısa birkısmını sizlerle paylaşmak istiyorum.
AĞLAMA YAVRUM
“ ... Teneffüste herkes dışarı çıktı. Kalmanı istedim,ağlıyordun. Öyle ağlıyordun ki, ancak nehirler dile gelirdi gözyaşlarında.Sarıldın sıkıca, biliyor musun, biraz evvel sarıldığın gibi? Bir daha hiç kimsesarılmadı bana. Bakıştık birbirimize, babayla oğul gibi. Sonra ağlayışımızagüldük. Cebimden para çıkarıp sana uzattım. Yeni bir ayakkabı al diye, öyleonurluydun ki almadın. Sonra bir hikâye anlattım, inandın bana. “Söz veriyorumöğretmenim!” diyerek parayı aldın.
Biliyor musun ben o gece hiç uyumadım. Defalarca sorguladımkendimi. Koluma çantayı takıp okul bahçesinde tur atmanın öğretmenlikolmadığını o gün anladım. Sıcacık evimin odasında şiirler, hikayeler yazarken,öğretmenliğin tahta başında kalmadığını seninle öğrendim güzel çocuk. Benhayatı yeniden seninle keşfettim.
Ertesi gün Cuma idi, hayatımda daha da büyük şoku o günyaşadım. Gülümseyerek öğretmenler odasına girdin, beni çağırdın. Kısık birsesle “Öğretmenim gelebilir misiniz?” Gözlerindeki o parıltı var ya, sankiyeniden doğdum o ışıltınla. Ayakkabılarını gösterdin bana, ümitlerin kadarparlaktı ayakkabıların. Giderken elime bir miktar para tutuşturdun. “Bu ne?”dedim. Yeşilhisar da Cuma günleri pazardı ve sen, pahalı olmaması içinayakkabılarını pazardan aldığını söyledin. Artan parayı da bana getirmiştin.Sen ne asildin güzel çocuk, sen ne asildin. Kim öğretmişti sana bu kadar asilolmayı, dik durmayı? Ben mi öğretmendim, yoksa bana insanlığı öğreten sen mi?
“Ayakkabı almışın ama, gördüm ki çorapların da yok, haydiona da çorap alırsın güzelim!” dedim.
45 YIL SONRA
Aradan 45 yıl geçmiş, seninle büyüdüm, olgunlaştım,yenilendim. Kim bilir şimdi o hangi yıldızlar ülkesindedir? Hâlâ o minikellerini, gecenin soğuğunu kimlerle paylaştığını, yarım ekmeğini kimlerlebölüştüğünü düşünüp durmaktaydım. Allah (c.c.)bizi tekrar burada buluşturdu.
Anladım ki, kitaplardan öğrenilmiyor her şey. Sanabinlerce teşekkür; bana içtenliği, onuru, paylaşmayı, her şeye rağmen dürüst veayakta kalmayı, kısaca insan olmayı öğretmiştin KARA GÖZLÜ MELEK…” Uzun yıllargeçmişti aradan:
Tekrar ikimiz de ağlıyorduk, Göz göze geldik gülümsemeyebaşladık. Dedim; “Öğretmenim, benim sizden ayakkabı parasını almamı sağlayan,anlattığınız hikayeyi siz de hatırlıyorsunuz. Bana o hikâyenin gereğini yerinegetirmem için bu fırsatı veren Rabbimiz’e hamdü senalar ediyorum. Beni ogünlerde kardan, kıştan koruyacak ayakkabılarım yokken, siz bana ayakkabı,çorap aldınız. Sizin de ağzınızda hiç dişiniz yok. O zaman siz de müsaadeederseniz, bu gün sıra bende. Şu bir hafta içinde rahat yemeye başlamanız, hiççekinmeden gülümseye bilmeniz için sıra bende canım öğretmenim”
Beraberce gülümsedik, gülümsedik…”
Evet hikayede bir öğretmen ile onun öğrencisi, şimdilerdediş doktorluğu yapan bir arkadaşımızın hatırasından bir bölüm anlatıldı.
Öğretmenlik böyle bir şey; öksüzü, yetimi, zengini, fakiri, farklıyetenekteki çocuklarla, yani her biri farklı bir dünya olan canlarla, bazen güler, bazen ağlar, bazen öfkelenirsiniz.
Bunun için diyorum ki, lutfen yavrularımızla aramızagirmeyin. Bizleri birbirimizden uzaklaştırmayın, bu mesleğe duyulan saygıyıazaltmayın.
Kalın sağlıcakla.