İnsanoğlu garip bir varlık, çoğu geleceğini düşünmez ya da düşündükleri dünyalıktır! Oysa dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibaret demiyorum Yaratan(cc)…

Bu konuya neden girdim. Yaşı benim gibi atmış, ‘işi bitmiş’ olan dostum ziyarete geldiğinde ağarmış saçlarına bakarak: “Hayat bir varmış, bir yokmuş Ede!” diyerek başladı hatalarını anlatmaya. Dur dedim, hayat hem bir varmış, bir yokmuş diyorsun, sonra da hataları sıralıyorsun bana. Oysa hayat şu an vardır, dün dünde kaldı diyor Mevlâna, sonra da ekliyor; “Bugün yeni şeyler söylemek lazım!”

Düşündü, doğru söylüyorsun da günahlarım, hatalarım, isyanlarım, yapamadıklarım, beni sancılandırıyor, ne yapayım? Deyince, kendisine Necip Fazıl’ın Çile kitabından bir mini şiir okudum.

Der ki, Hüner şiirinde:

“O demdeki, perdeler kalkar, perdeler iner.

Azrail’e” hoş geldin!” diyebilmekte hüner…”

SORARLAR

Evet, sorsam her bir insana, hünerli olduğunu söyler. Başlar uzun uzun kendisini anlatmaya, şöyle akıllı, böyle maharetliyim…

Oysa dünya bir handır, biraz gölgeliktir, öyle veya böyle ömürde geçip gidiyor, cami müştemilatında bir köşeye saklanan o trene(tabuta) mutlaka bineceğiz.

Sahi kaçımız hazırız?

Ne kadar soğuk bir yazı değil mi? Ölümü ve ölüm ötesi hayatı hatırlatmak nefse ne kadar da ağır geliyor!

Oysa biz dost olduğumuz için böyle yazıları kaleme alıyoruz. Bakınız bir virüs insan oğlunu ne hale getirdi? Daha da neler getirecek başımıza?

Sosyal medya da isminin önünde koca sıfatlar bulunan insanlar, sözde bilim insanları gerçekleri hiç anlatıyorlar mı?

Birkaç kısık ses, o kadar!

Neyse biz konumuza dönelim.

VAR MISIN?

Necip Fazıl rahmetli yine soruyor bir şiirinde: Dostum karşımda başı önünde dikkatlice dinliyor.

“O dem çocuklar gibi sevinçten zıplar mısın? (Azrail geldiğinde)

Toprağın altındaki saklambaçta var mısın?”

İşte insanın ne olduğu veya olacağı, son nefesinde ve toprağın altına girdiğinde belli olur diyerek devam ettim.

Önce tabut gelir, yanı başımıza; “

Ufka bakarız, ölen ben miyim?  Yok ya o benden çok uzakta diye düşünürüz ölümü. Oysa o tabut, suya inmek için kızakta beklemektedir…

Evet, dostuma aynen bu yazdıklarımı anlatırken, baktım gözleri yaşardı. Sevindim, ağladığına. Kendisi de hıçkırıkları tamamlandıktan sonra, başına kaldırdı. İyi ki bunları söyledin. “Şimdi Kâbe yolcuğu göründü bana; oysa eşimin parasına verdim, kendim gitmeyi düşünmüyordum!” dedi.

Ama hacca gitmek çok zor! Ne yapayım diye sordu:

Sen farz olan bir ibadet için başvurunu yap, kura da çıkar veya çıkmaz, o Allah’ın bileceği bir iş, çıkmasa dahi mazeretin var, inşallah gitmiş gibi sevabını alırsın. Önemli olan niyet dedim ve ayrıldık.

Dostlar, etrafımıza bir bakın ne kadar da gaflet içinde olan insan var. Nefsinin peşine düşmüş, koşuşturuyorlar.

Elbette dünyayı bırakın demiyorum, dünya en çok Müslümanlara lazım, çünkü bir başka insanın kurtuluşuna vesile olmamız gerekiyor.

Yazıma niye Necip Fazıl’ın şu kısa şiiri ile tamamlamak istiyorum.

“Sultan olmak dilersen, tacı, sorgucu unut!

Zafer araban senin, gıcırtılı bir tabut!”

Şunu son olarak söylemek isterim. “Her şey boş ve yalan; tek bir gerçek var Yaratan(cc).

Kalın sağlıcakla.