İman nedir? Diye bir soru ile başlasam yazıma. Her birimiz, kendi bilgimiz dahilinde birşeyler yazar veya söyleriz. Bediüzzaman(son yüzyıllar alimlerinden) Saidi Nursi şöyle tanımlar: “ İman hem nurdur, hem kuvvettir. Hakiki imana sahip olan kainata meydan okur!”
Gerçekten de öyledir. İnanmış bir insan, hele hele bir toplumun önünde duracak hiçbir güç yoktur. Bu konu bugün camilerimizde de hutbe konusu oldu. Bir kısmını paylaşıp, sonra da asıl değerlendirmemizi yapalım inşallah!
Genel manada; “İman, Allah’ın varlığına ve birliğine, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kaza ve kaderin Allah’tan olduğuna yürekten inanmaktır. Rahmet Peygamberinin insanlığa tebliğ ettiği tüm hakikatleri kalp ile tasdik, dil ile ikrar etmektir.
Hz. Âdem’in dünyasında iman, cennetini yitirse de onu yeniden kazanabilmek için umudunu kaybetmemek, mücadeleden vazgeçmemektir. İstikamet yürüyüşünde ayaklar kaysa da, yolun sonuna varabilmek için yeniden ayağa kalkma azmidir. İman, Hz. Nûh’un atölyesinde kurtuluş gemisi inşa etmektir. Zira sadece Rabbine güvenerek iman gemisine binen mümin, selamet yurduna demir atacak ve ebedi kurtuluşa erecektir.
İman, Hz. Eyyûb’un çilehanesinde dermandır. Hz. Dâvûd’un mahkemesinde adalettir. Hz. Süleyman’ın mülkünde ilim ve hikmettir. Bazen darlıkla bazen de varlıkla imtihan edilen kul, bu imtihanları başarıyla geçebilecek kabiliyete sahip olduğunu unutmamalıdır. Çünkü Allah, kişiyi ancak gücünün yettiğiyle yükümlü kılar. Her zorluğun yanında mutlaka bir kolaylık ihsan eder.
İMANLI İNSAN ALLAH’TAN KORKAR
Evet, “İman, Hz. Yûsuf’un iffet ve edebinde, Hz. Yakub’un sabır ve duasında gizlidir. İman, canıyla imtihan olan evlat Hz. İsmâil’in, cananıyla imtihan olan baba Hz. İbrâhim’in teslimiyetlerinin kaynağıdır. Muhammed Mustafa (s.a.s) gibi, sağ eline güneş, sol eline ay verilse dahi asla taviz verilmeyen ve vazgeçilmeyen büyük bir davadır iman. İman, kuru bir söz ve hayata yansımayan bir duygu değildir. İman, gönülde başlayıp bütün bedene yayılan ve fiiliyata dökülen eşsiz bir güçtür. Hayatın bütün yönleriyle iman arasında sıkı bir bağ vardır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), bir hadis-i şeriflerinde bu gerçeğe şöyle işaret etmektedir: “İmanın yetmiş küsur şubesi vardır. Bunların en üstünü ‘Allah’tan başka ilâh yoktur’ sözüdür. En alt derecesi ise yoldaki eziyet veren şeyleri kaldırmaktır. Hayâ da imanın bir şubesidir.”
İman, kişinin özüne yansır. Hayatına anlam katar. Ona bir istikamet çizer. Kendisiyle, ailesiyle, toplumla ve bütün varlık âlemiyle iyi ilişkiler kurmasını sağlar. Yaratılış gayesine uygun bir yaşama bilinci aşılar.
İman, kişinin söz ve davranışlarına da yansır. Mümin, dilinden ve elinden herkesin güvende olduğu güzel ahlaklı kişidir. Konuştuğunda doğruyu söyler. Halis niyetli, mütevazı, dürüst ve merhametlidir. Ancak bu şekilde sırât-ı müstakîme yani dosdoğru yola ulaşacağını bilir.
İman, müminin yüzüne yansır. Tebessümü sadaka bilen mümin, etrafına sevgi ve şefkat nazarıyla bakar. İman, müminin geçimine yansıyınca bereket, yuvasına yansıyınca mutluluk, bütünüyle hayatına yansıyınca da kurtuluş olur…”
Değerli dostlar, iman Cenabı Allah’ın insanlara verdiği en büyük lütuftur(İnsanın kendi iradesiyle Allah'a iman edebilmesi)
Yazımı yine Bediüzzaman’ın şu tespiti ile tamamlamak istiyorum: “Demek, imân tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dâreyni(İki cihan saadeti, dünya ve âhiret saadeti) iktizâ eder…”
Demek istediğim şu ki, imanlı insan huzurludur, dertli de olsa mutludur. Çünkü O’ndan gelene(cc) herzamam mümin olan kişi “ Lütfunda hoş, keremin de hoş!” der.
Rab’bim yavrularımızı imanlı kılsın inşallah! Diyerek yazımı tamamlayayım.
Hadi hayılı Cumalar.
Kalın sağlıcakla.