Derdimiz, ülkemizin yeniden Büyük Türkiye hayalini gerçekleştirmek…Peki bu mümkün mü? Anadolu Eğitim, Kültür ve Bilim Vakfı’nın İslam Dünyasının Jeopolitik Raporunu dikkatlice okuyorum, notlar alıyorum. O raporun sonuç kısmında diyor ki: “İster beğenelim ister beğenmeyelim bugün küresel düzeyde doğrudan güç kullanma yeteneğinin büyük güçler lehine sınırlandığı hatta yaptırımlı kurumlardan izin almaya dayandığını biliyoruz.” Vurgusun yapılmış ve rapor şöyle devam etmiş: Bugün itibariyle, İslam İş birliği Örgütü gibi yapıların varlığına rağmen, Müslüman nüfuslu coğrafyaya özellikle jeopolitiğin ilgi alanına giren meseleler açısından bakıldığında, “dünya” kavramının fonksiyonlarını karşılayacak bir örgütlenme düzeyi görülmüyor. Aksine, yeni parçalanmalar üreten, kökleri uzak tarihte yatan eski yarılmaları da yeni motivasyonlarla canlı tutan büyük bir kaos atmosferiyle karşılaşıyoruz. (Durum bu dikkat buyurun!) Bu yüzden, günümüzde “İslam Dünyasından bahsettiğimizde, küresel sistemde kendi oyunu için muhtelif coğrafyalara jeopolitik önem atfeden bir aktörü değil, tarihsel konjonktürleri karakterize eden güç ilişkilerine göre jeopolitik değer atfedilen Müslüman nüfusa sahip bir ülkeler coğrafyasını kastetmiş oluyoruz. Bölgesel güç/aktör statüsüne sahip devletlerle bu vasfı taşımayan ülkelerin birlikte var oldukları bu coğrafyadaki ilişkiler, iç ve dış boyutlara sahip çok katmanlı bir mücadele zemininde varlık kazanıyor.
İçinden geçtiğimiz dönemin temel dinamikleri, bir tarihsel kırılmaya doğru ilerlediğimizi gösteren işaretleri önümüze koyuyor. II. Dünya Savaşı›nın ardından tesis edilen, Soğuk Savaş›tan sonra yeniden kurgulanan küresel jeopolitik dengeler çok ciddi biçimde sarsılıyor. Mesele yalnızca Çin gibi yeni güçlerin yükselişi, Rusya›nın toparlanışı vb gelişmelerden ibaret değil. Küresel düzeni kuran ve destekleyen elitler koalisyonu, «dışarıdaki düşman» olarak öteleyemeyeceği kitlelerin alttan ve alternatif elitlerin üstten saldırılarıyla sarsılıyor. Küresel düzen, çekirdek coğrafyalarda iç çalkantılarla, merkez dışı bölgelerde de hasımlarla yüz yüze. Ufukta gözüken, süresi ve galibi henüz belirsiz çatışmalar sarmalı, «kriz öncesine» dönüşü imkânsız kılacak bir yeni hâle hayat vermeye aday.
Jeopolitik krizle ilgili ihtimalleri, ekonomik kriz dinamikleriyle iç içe ele almak gerekiyor. ABD başta olmak üzere merkez coğrafyalarda ekonomik milliyetçiliğe dönüş hem Çin ile ticaret savaşları hem de küresel kapitalizmi var eden mutabakatlar ve yönetim mekanizmalarının çözülüşü gibi senaryolara kapı aralıyor. (Not. Yeni Dünya Düzeni v.b)
İSTİKRARSIZLIĞA DİKKAT
Raporun son bölümü çok önemli, deniyor ki: “Müslüman toplumlar, değişik ölçeklerdeki iktidar kavgalarının enstrümanları misyonunu üstlenmiş din yorumlarının çatışma alanına dönüşmüş vaziyette.
Uzak Asya’da gittikçe artan güç temerküzü, tetiklediği jeopolitik ve ekonomik değişim ve gerilimlerle “tarihi kırılma” sürecinin tartışmasız en önemli faktörleri arasında yer alıyor. Büyük medeniyet mirasına rağmen özellikle son iki yüzyılda yaşadıklarının sonuçları, bu zenginleşen coğrafyayı “anlam sistemleri” açısından cazibe merkezi olmanın uzağında tutuyor. Malları dünya pazarlarını dolduran, görece iç istikrara sahip Uzak Asya ülkelerinin insanlığa söyledikleri kitlesel karşılık bulmuş “sözleri” yok. Üstelik, Çin gibi ülkelerde kendisini ekonomi ve devlet yönetimi gibi alanlarda sistem düzeyinde de gittikçe daha fazla hissettiren “ahlak sorunu”, bu bölgeyi de anlam krizleri dalgasının menziline sokuyor.
Ana hatlarına dokunmaya çalıştığımız bu üçlü kriz kulvarında yaşanacaklar, İslam dünyasını da derinden etkileyerek geleceğin çehresini çizecekler. Tarihi kırılma döneminde yan yana, yahut karşı karşıya gelecek etkin aktörlerin, ekonomiden jeopolitiğe ve anlam sistemlerine uzanan yelpazedeki mücadeleleri Müslüman nüfuslu coğrafyaları derinden sarsacak. İslam dünyasının gündemindeki tek tek her meselenin bu büyük dönüşüm süreci içinde yeniden biçimleneceğini öngörebiliriz. İslam dünyasının insanlığın ufkunda beliren bu gelecek güzergahındaki jeopolitiğinin anlaşılabilmesi için jeopolitik, ekonomi ve anlam sistemleri düzlemlerindeki genel gelişmelere ilişkin muhtemel senaryoların ortaya konulması, bunların İslam coğrafyasının değişik kısımlarına etkilerinin tahlil edilmesi ve uygulanabilir/gerçekçi karşı stratejiler üzerinde çalışılmalar yürütülmesi gerekiyor.”
Bakalım, bu gerçekleşir mi? Umutlu bekliyoruz.