Mesneviyi tamamlamaya az kaldı. Kendim her bir kitabı bitirdikten sonra, zihnimde ve ruhumda hatta davranışlarımda bıraktığı izleri sürdüğüm için bu kitabı da tamamlarken kendime aynı soruyu yönettim. Gördüm ki Mevlâna’mız, kitabında İnsan üzerinden İslam’a anlatmış...
“Mesnevi, hakikate ulaşmak ve Allah’ın sırlarına agâh olmak isteyenler için bir yoldur. Mesnevi, temizlenmiş kişiler için gönüllere şifadır. Kur’an’ı açıkça anlamaya yardım eder, huyları güzelleştirir.” Diye buyurmaktadır. Mevlâna, eserini etkili kılmak, fikirlerini, duyularını daha güzel açıklamak için bazı garip, müstesna hikâyeleri örnek olarak vermekte, irfan sahibi kişileri adeta büyüleyen güzel beyitlerini, bu hikâyeler arasında sıkıştırmaktadır.
Mevlâna yaşadığı dönemin iyi bir eğitimcisidir. Medresede, camide, sohbet meclislerinde hem öğretim faaliyetlerinde bulunmuş hem de manevî eğiticilik vazifesini yürütmüştür. Bütün yaşamı eğitim ve eğitsel etkinliklerle geçen Mevlâna, eserlerini de bu amaçla yani insanların eğitimine duyduğu ihtiyaç sebebiyle yazmış veya yazdırmıştır. Mesnevi’nin yazılış aşamasında da bu amaç açıkça görülmektedir. Özellikle öğretmen ve öğrencilerin istifade etmesi gereken bir eser özelliği taşımaktadır. Bu yönüyle de Mesnevi didaktik bir eserdir
Halen görev yapan öğretmenlere de diyeceğim şu ki, her şey unutulur, vatan, millet ve peygamber sevgisi kalıcı olur. Mesnevi dersleri ile çocuklarımızı eğitelim.
AMA RUHLAR BİRBİRİNDEN AYRI
Şunu söylemek istiyorum. Öğretim ayrı şey, eğitim ayrı şey. Ama birbirlerini tamamlarlar. Eğer öğrettiklerimiz davranış haline dönüşmüyorsa, orada eğitimden söz edilmez. Eğitim olmayınca bir medeniyet de kurulamaz!
Sezai Karakoç’a göre medeniyeti medeniyet yapan dindir. Din tarihten, toplumdan çekip alındığında geriye medeniyet ve insanlık nâmına bir şey kalmaz. İnsan topluluklarını hayvan topluluklarından ayıran medeniyettir. Din ve medeniyet, cevizin içi ve kabuğu gibi bir bütündür. Bu bütünü korumak en üstün görevdir. (Karakoç, Çıkış Yolu II, Medeniyetimizin Dirilişi, s.18)
Nurettin Topcu bakın ne diyor: “Türlü sefaletlerle ihtirasların parça parça böldüğü hasta bir vücudu andıran İslam dünyası, en bedbaht devirlerinden birini yaşıyor ve her İslam memleketinde ruhlar birbirinden ayrılmış, birbirlerine saldırıyorlar. Her sene yüzbinlerce ziyaretçi ile dolan Kabenin etrafında ruh birliği ve beraberliği meydana gelemiyor. Bunun sebebi ne siyasi, ne iktisadi, ne de esasında ilmi ve fikridir. Bu halin sebebi, İslam’ın temeli ve Kuran’ın özü olan ahlakın kaybedilmiş olmasıdır.”
KAYBETTİKLERİMİZİ ARAMAMIZ GEREK
Nurettin Topcu bu tespiti yaptıktan sonra yazısını şöyle bağlar: “Bugünkü Müslümanlar, birtakım geleneksel hareketleri dikkat ve titizlikle yapmaktan başka endişesi olmayan, ilkçağın ve ilkel devrin sihirbazlarını andırıyorlar. Kuran harikası olan devrin sihirbazlarını andırıyorlar.
Kuran harikası olan ilahi ahlak İslam diyarında çoktan gömülmüştür. Ahlaka idealine karşı ruhlarda işlenen bu zulmün tarihte çok tekrarlanan tehditleri, bugün büyük sanayi medeniyetinin insanı makinalaştıran ve makinaya esir yapan zulmüyle elele vermiş bulunuyor. Belki yakın bir gelecekte büyük petrol kuyularıyla İslam ülkelerinin tröst sahipleri bu vasıflarını şeyhlikle birleştireceklerdir. (İslam ve İnsan/Mevlâna ve Tasavvuf/Nurettin Topçu /DERGAH YAYINLARI)
Bu kısa yazısında üstad İslam’dan uzak bir eğitim sisteminin bizde açtığı üç yaraya parmak basıyor, VAHDET KAYBOLMUŞ.
İBADETLERİMİZİ GELENEK HAREKETLERE DÖNÜŞTÜRMÜŞÜZ!
VE KAYBETTİĞİMİZ AHLAKI DEĞERLER! Sonucu yaşadıklarımız…
Evet hayat tercihlerimizin sonucunu bize yansıtır. Böyle yola devam edecek olursak, sosyal hadiseler artacak, sağlık sorunları devam edecek, ekonomik ve ahlak çökecek…
Yol ikidir, oluklar çift akar diyor ya şairimiz, birinden nur diğerinden kir, ya nuru seçeceğiz ya kiri, yola problemlerle yaşamaya devam edeceğiz…
Kalın sağlıcakla.