Prof. Dr. Kemal Timur, yakın bir zaman diliminde yeni görevi için Kahramanmaraş’a gelen, alanında oldukça fazla kitap yayını yapmış değerli bir Bilim insanımızdır. Geçtiğimiz hafta ‘Kıraathane Söyleşileri’ kapsamında “Amin Maalouf’un ‘Doğunun Limanları’ Romanında Ortadoğu Sorunlarına Çözüm Önerileri” başlıklı bir konuşma yapacağını duymuştum. Çok istememe rağmen konuşmayı dinlemek nasip olmadı. Değerli Hocamızı aradığımda ilgili konunun 2004 yılında Türk Dili dergisinde yayınlandığını söyledi. Eğer talep edersem, makalenin tam metnini şahsımla paylaşacağını sözlerine ekledi. Ben ise öylesine mutlu oldum ki… ‘Lütfedersiniz Sayın Hocam’ dedim… Makale geldi, hemen okumaya başladım… Öyle ilginç bir konu olmuş ki, şaşmamak mümkün değil. Söz konusu çalışmanın giriş bölümünde Kemal Timur şunları yazıyor: “Doğunun Limanları romanının yazarı Amin Maalouf, -eserindeki anlatımından hareketle söyleyebiliriz ki- romanın baş kahramanı olan İsyan ile 1976 tarihinde Paris’teki bir metroda tanışmıştır. Buradan anlıyoruz ki İsyan, annesi Ermeni olan bir Osmanlı prensidir. Dolayısıyla İsyan, romanın hem başkahramanı hem de anlatıcısıdır. Amin Maalouf ise, sadece sorduğu sorularla onun başından geçen olayları dinleyip kaleme almıştır.”
Makale, Les Echelles Du Levant” adı ile 1996'da yayınlanan kitapla alakalıydı. Türkçemize “Doğu'nun Limanları” olarak çevirisi yapılan bu eserin yazarı dünyaca ünlü Lübnanlı Hristiyan olan Amin Maalof’tu. Amin Maalof’un bu eserini şu ana kadar okuyamamanın derin bir ıstırabını duyumsadım doğrusu. Lakin Prof. Dr. Kemal Timur’un makalesini okuduğumda neredeyse ‘kitabı okumuş kadar oldum…’
Kemal Timur, okuduğu bu eseri akademik manada incelemiş, şahıs, mekân ve olay örgüsünü 27 ayrı madde etrafında işlemiştir. Romanda vurgulanan ‘birlik-beraberlik’ halinin pratike edilmesi, Ortadoğu’da yaklaşık yarım asırdan beri yapılan din savaşlarının son bulması tematiği etrafında oluşturulan makale, dünden bugüne sıkıntıların ‘aynı’ olduğunu vurgulaması bakımından da son derece dikkat çekicidir.
Kemal Timur, kitapta geçen olay örgüsüne gayet sistematik yaklaşmış, roman sanatının tahlil metodunu çalışmanın merkezine koymuştur. Yazarın, Müslüman olan İsyan ile Yahudi Clara’yı evlendirmesi –ki bu ütopyadan öteye geçmeyecek bir durumdur- ve bu nikâhın Paris’te kıyılması… O Paris ki; Cahit Külebi’nin deyimiyle, akla; “Boğuk sesli bir kadını getirir.” Paris deyince aklıma / Boğuk sesli bir kadın gelir / Şarkı söyler uykusuzluğa / Göğsü bir iner bir yükselir. / -Cahit Külebi-
Bu evlilikten maksat, iki düşman dinin birbirlerine olan yakınlık ve bileşiminin sağlamasıdır tabi ki…
Yazarın özellikle birkaç noktada önemli vurgulamalar yaptığı dikkat çekmektedir. Bunların başında, Türk kahramanlara önemli roller biçilmesi gelmektedir. Bunu en güzel biçimde İsyan’ın şahsında görmek mümkündür. Eser boyunca silik bir şahsiyet sergileyen İsyan, içe dönük bir kahraman olmasına rağmen romanın eksen şahsiyetini oluşturur. Konuşma, hâl ve davranışları, Orta Doğu problemlerinin çözümüne parmak basar.
Aslında burada İsyan, hayatının doğumundan yarım yüz yıl önce başladığını söyleyerek kendisinin bir mirasın temsilcisi olduğunu daha romanın başında belirtir. Romanın sonunda anlaşılacaktır ki gerçekten İsyan, yaklaşık altı yüz yıl varlığını sürdüren Osmanlı Devleti’nin ve mirasının temsilcisidir. Ayrıca Ortadoğu’daki birçok “sırrın” kendinde toplandığı bir şahsiyet konumundadır.
Bu kısa bilgilerden sonra şimdi de yazarın roman boyunca ifadeye çalıştığı Türk unsuru ve bunların Orta Doğu’daki rollerini eserdeki kronolojik sıralamaya tâbi kalarak kısaca izaha çalışalım:
İsyan’ın babası, onun devrimci olmasını isterken o, aklını yitirmiş büyükannesi İffet’ten dolayı psikolojiye ve nörolojiye meraklı olduğunu söyler. Babasının istememesine rağmen okula devam eder. İyi bir eğitim alır ve başarısından dolayı 1937 yıllarında ismi gazetelerde duyulur. Kanaatime göre İsyan, büyük annesinin hastalığı gibi Osmanlı Devleti’nin de hasta olduğunu düşünür ve bu hastalığı tedavi etmek ister. Bu hastalığın tedavi yollarını ise, kendi ülkesinde değil Batı ülkelerinde arar. Nasıl ki Tanzimat Dönemi’nde Osmanlıların Batı’ya açılan ilk kapısı Fransa ve Paris olmuşsa ve ilk aydınlar Paris’e gitmişlerse İsyan da tıp eğitimi için Paris’e gider ve orada tıp tahsiline başlar. Burada tıp tahsilini yapmaya çalışırken istemediği halde birden kendini “Direniş” örgütünün içinde bulur. Buradan da anlıyoruz ki Osmanlı Devleti istemese de o dönemde Ortadoğu ve Batı’daki bütün olayların odağında bulunmuş ve bu bölgedeki dengeler Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla bozulmuştur. Dengelerin tekrar kurulması için Ortadoğu’daki bütün milletlerin hastalığının giderilmesi gerekmektedir. Bunun yolu ise hastalıkların tedavisi için bu milletlerin, Batı’daki ilim ve teknolojiyi alıp uygulamaları ile gerçekleşecektir. Çünkü İsyan, tıp tahsilini Ortadoğu’daki bir ülkede değil birçok gelişmenin merkezi olan Paris’te yapar. İsyan’ın duruşu, tavırları, Osmanlı Devleti gibi ağır ve durgundur. Paris’e gidip Montpellier’de tıp fakültesine kaydını yapar. Madam Berroy adındaki bir kadının evinin çatısındaki yeri kiralayarak orada sakin bir hayat sürerken kendini birden “Direniş” örgütünün içinde bulur. Bir gün Bertrand adındaki bir şahıs evine gelerek onu direniş hareketine kaydeder ve savaş haberleri verir (s. 53). Onun milliyetçi tavırları İsyan’ın hoşuna gitmez ve bu konularda farklı düşündüğünü açıkça belirtir. İsyan, ataları olan Osmanlıların da birçok toprak işgal ettiklerini ancak hiçbir zaman ırk ve din farkı gözetmediklerini vurgular: “Ben yüzyıllar boyu işgallerin yapıldığı bir yöreden geliyordum ama işgali yapanlar atalarımdı, yüzyıllardır Akdeniz Havzası’nı işgal etmişlerdi. Buna karşılık ırk düşmanlığı nedir bilmezlerdi. Babam Türk, annem Ermeni. Kıyamın tam ortalık yerinde, el ele tutuşabildilerse, nefreti reddetmede birleştikleri içindi. Bu husus, bana da miras kaldı. Benim vatanım işte bu.” (s. 54). Yine Amin Maalouf, burada İsyan vasıtasıyla mesajlar vermeye çalışır. Bu sözleri söylediği dönem, İkinci Dünya Savaşı’nın devam ettiği yıllardır. Bu savaşlar, her ne kadar büyük devletlerin ekonomi savaşları gibi görünse de ırk ve din de önemli rol oynamıştır. Bunları eleştirirken, Osmanlı Devleti’nin yapısını örnek gösterir. Onlar da toprak işgal etmişler ancak hiçbir zaman ırk ve din düşmanlığı yapmamışlardır. Bunu o dönemde çözüm önerisi olarak etrafındaki kişilere hep anımsatır. Bu birleştirici olan özellik ataları olan Osmanlılardan miras kalmıştır. Gerçekten İsyan’da, roman boyunca bu birleştirici özellik ve sakinlik hep görülür.
Son olarak;
Ortadoğu’da yıllarca süren savaşların bitmesi için Yazar tarafından çözüm önerisi olarak sunulan BİRLİK-BERABERLİK-KAYNAŞMA üçlü terkibi, yıllar geçtikçe hep örselenmiş böylece karışıklıklar ve savaşlar daha fazla artmıştır.
Kaynakça: Timur, K. “Amin Maalouf’un “Doğunun Limanları” Romanında Orta Doğu Sorununa Çözüm Önerileri”, Türk Dili Dergisi, Türk Dil Kurumu Yayınları, 635, 698-709, (2004).