Metin Acıpayam: Sizi tanıyabilir miyiz?
Abdurrahim Taylan: Kahramanmaraş doğumluyum... İlkokulu Arslan Bey İlköğretim Okulunda, Lise öğrenimini ise Beyza Lisesinde gördüm. İlkokul ve Lise dönemlerinde medrese eğitimimi babamdan aldım. Ardından Mısır Kahire’de Hukuk Fakültesine başladım. Burada hazırlık ve ilk seneyi başarıyla tamamladıktan sonra Mısırda cuntacılarca yapılan darbe sebebiyle Gaziantep Üniversitesi Hukuk Fakültesine yatay geçiş yaptım. Hukuk öğrenimi aldığım sırada dışarıdan ilahiyat fakültesini tamamladım. Şu anda vakıf yönetiminde ve eğitsel çalışmalarında aktif görev almaktayım. Bunun yanı sıra Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde İslam Hukuku alanında Yüksek Lisans çalışmalarım devam etmekte olup kurucusu olduğum hukuk bürosunda serbest Avukatlık yapmaktayım.
Metin Acıpayam: Farukiye Medresesi hakkında neler söylemek istersiniz?
Abdurrahim Taylan: Farukiye İslami İlimler Külliyesi bir nesil ihya edilmeden medeniyetler inşa edilemez mefkûresiyle asrın ihtiyaç duyduğu gençliği yetiştirmenin gayretindedir. Bu sebeple üzerine düşen tarihi sorumluluğu hayata geçirmenin çaba ve telaşındadır.
Asrın en zaruri ihtiyacı insandır. Binaen aleyh külliyemiz ilim ve irfan merkezli hizmeti hedeflemektedir. Üstad Şeyh Abdullah Taylan’ın ifadesiyle ’Medreseler ahlak endeksli ilim ve irfan merkezleridir. Bir toplumda medreseler müspet ilimden müstağni (ihtiyaç duymaksızın) hareket ederse cehalet, müspet ilimlerde medreselerden müstağni hareket ederse vahşet doğar’. Bu Külliye İlahiyat-İmam Hatip Okulları ve Diyanet İşleri Başkanlığıyla kolkola ümmetin evlatlarına hizmet edecek olup, kökü mazide olan bir atinin ete kemiğe bürünmüş şeklidir. Külliye Ehli Sünnet ve Cemaat anlayışıyla kadim Medrese geleneğini bugünde yaşatmanın beraberinde günümüz eğitim modeliyle barışık iki kanatlı kuş timsali bir hizmeti hedeflemektedir. Tıpkı dün olduğu gibi bugün de bu müesseseler vesilesiyle müspet ilimler Şeri ilimlerle beraber yürütülecek ve ilim ile ahlakın atbaşı koşturduğu günlere tekrar kavuşulacaktır. Zira burada gençlerimiz lise ve fakültelerine devam edecek, medrese maharetiyle de turas ilimler dediğimiz ecdadın eğitim modeliyle tanışacaklardır. Böylece tarihi misyonunu yitirmeyen ve bugünlere hitap eden münevver bir nesil yetişecektir. İnşallah eğitim faaliyetleri başlandığında kendisine has müfredatıyla bu medrese çok anlamlı hizmetlere ve başarılara imza atacaktır. Buradan mezun olan bir gencimiz hem fakültesine devam edecek hem de medrese modeliyle bir eğitim alacaktır. Beş yıl kadar sürecek eğitim sonunda aynı zamanda anadilde Arapça ve İngilizceyi konuşabilecek, Osmanlıca ve Farsça gibi dillere de hâkim olacaktır.
Metin Acıpayam: Medreselerde hangi dersler veriliyor?
Abdurrahim Taylan: Aslında bakıldığı zaman İmam Hatip Liseleri’nin mesleki dersleri ile medreselerde okutulan dersler arasında hiçbir fark yoktur. Medreselerde Fıkıh, Tefsir, Hadis, Akaid, Kuranı Kerim, Siyer, Belagat, Tecvit, Mantık, Felsefe, Münazara, Hitabet, Usül, Nahiv ve Sarf gibi gramatik ve pratik Arapça dersleri verilmektedir. Az evvel ifade ettiğimiz gibi İmam Hatip Liseleri ve İlahiyat Fakültelerinde de bu dersler görülmektedir. Şu halde medreseler bu iki güzide kuruma bir takviye ve destek kursu mahiyeti taşımakta olup burada öğrenim gören gençlerimizin daha donanımlı ve kariyer sahibi olmalarını amaçlamaktadır. Tabiatıyla bu kuruluşların alternatifi değildir, ancak önemli ölçekte takviye veren merkezlerdir. Nitekim bugün akademik çalışmaların çoğu belli medreselerden ve kütüphanelerinden faydalanarak sağlanmaktadır. Dolayısıyla bugün medreselerin İmam Hatip Liseleri ve İlahiyat Fakülteleriyle iş birliği içerisinde çok anlamlı ve somut hizmetlere vesile olduğu bir hakikattir. Bu üç müessesenin birbirini tamamlayarak çalışması aslında toplumun hasretle beklediği bir durumdur. Medreseler bu eğitsel müfredatın yanı sıra ahlak ve zühde çok önem vermektedir. Hususen Üstadımız öğrencilerini şu dört ana esas üzere yetiştirmektedir.
1-Kuran Sevgisi
2-Sünnet Sevgisi
3-Vatan Sevgisi
4-Bayrak Sevgisi
Nitekim medrese ruhlu tarihe bakıldığında bir ihtişamla karşılaşırız. Bu ruhun en somut tezahürü olan Osmanlı, Selçuklu, Abbasi, Endülüs dönemlerinden Asrı Saadete varan medeniyetlerin her birinde medrese gibi bir eğitim müessesiyle barışık bir işleyiş vardır. Bu mevzuu başlı başına araştırılması gereken bir konudur. Tarih isimlerini altın harflerle yazdığımız; Ashabı Suffe, Dört Büyük Halife, Dört Büyük İmam, sıfırı bulan Matematikçi Biruni, Kimyacı İbni Cabir, Tıpta zirve yapan İbni Sina, İbni Batuta, Farabi, İbni Haldun, Batı Felsefesini sarsan İmam Gazali, Fahreddin Er Razi, İmamı Rabbani (r.a) ve nice isimlerini sıralayamadığımız medrese mezunu bilimde zirve şahsiyetlerle doludur. Bugün bu isimler adına dünyada nam salmış köklü üniversitelerde halen şahıslarına namzet olarak kürsüler kurulmuş ve saygıyla anılmaktadırlar. Bütün bu isimler medrese müessesinin birer mezunlarıdır.
Üzülerek ifade etmek gerekir ki Osmanlı’nın son yıllarında yozlaştırılan medreseler etkinliklerini ve saygın hedeflerini kaybetmişler, dahili ve harici etkilerle gittikçe bilimden kopmuşlardır. Tıp, hendese ve teknik alanlarda verilen derslerden soyutlandırılarak bir bakıma sadece Şer’i İlimler ders verdirilmek suretiyle kısırlaştırılmışlardır. Bu şekliyle sadece dini derslerde söz sahibi birer kuruluşlar haline dönüşmüştür. Cumhuriyet sonrasında da medreseler bulundukları bölgede milletin din, vatan, bayrak, huzur ve istiklali noktasında birer sigorta vazifesi görmüş, milli ve manevi değerlerde tavizsiz bir şekilde her türlü zorluğa rağmen devletinin ve milletinin yanında olmuştur. Toplumun her kesiminin saygı duyduğu ve kendisinden bir parça kabul ettiği bu kuruluşlar hususen Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde ülke için bir çimento görevini yapmıştır. Her türlü saldırıya karşı birlikteliğin ve bütünlüğün bir nevi teminatı olmuştur, İnşallah bundan sonra da kökü ecdada dayanan bu kuruluşlar Âli hizmetlerini sürdüreceklerdir. Belirttiğimiz gibi medreseler İslami temel eğitimi ve ahlak-zühd prensip değerlerini halkı kucaklayarak ihtiyaç duydukları gönül bağıyla sunacaktır.
Metin Acıpayam: Neden Farukiyye ismi?
Abdurrahim Taylan: Külliyeye Farukiyye denmesinin üç sebebi vardır. İlki, bu toprakların Hz Ömer (r. a) döneminde Halid Bin Velid (r. a) komutasında İslam’la müşerref olmasına binaen İslam Devleti Halifesi Hz Ömer’in (r. a) El Faruk namıyla anılmasına nispeten Farukiyye denir. İkincisi, Faruk kelimesi Arapçadır, adalet ve rahmet manasına gelir. Bu külliyeden de adil ve merhametli Faruk bir nesil yetiştirmek maksattır. Üçüncü sebebi, Külliye’nin kazandırılmasında göğsünü ortaya koyarak fedakarane hizmet eden, ömrünü ilme ve irşada ayıran medrese hizmetinin bu günlere gelmesine vesile olan ve Nakşibendiyye ocağının Kahramanmaraş’taki pınarı olan Abdullah TAYLAN Hoca Efendi’nin soy itibarıyla Hz. Ömer (r. a) El Faruk’a dayanması ve ailesinin Farukiyye Ailesi olarak bilinmesinden dolayıdır. Ayrıca Farukiyye İslami İlimler Külliyesi beşgen bir mimariye sahip olup muhtevası Camii, Medrese, Kütüphane, Aşhane, Misafirhane, talebeler için Yatakhane, Konferans Salonu, Divan, Orta Revak ve Camii dışında şadırvandan oluşur.
Teşekkürler Abdurrahim Bey.
Rica ederim Metin Bey.