Merhaba, Bugün Kahramanmaraş’la ilgili 1971 ve 1978 yıllarına ait iki anımı sizlerle paylaşacağım. Henüz on iki yaşında ortaokul bir talebesiydim. 1971 yılının 12 Şubat’ı. O yıllar da Kurtuluş Bayramının adı Çete Bayramıydı. Çünkü Maraş’ı çeteler kurtarmıştı. Bilhassa merkeze yakın köylerde yaşayanlar için Çete Bayramları çok önemli bir gündü. Valilik ile Ulu Cami arası hıncahınç insan doluydu. Kahramanmaraşlı olmama rağmen Çete Bayramını ilk defa izliyordum. Bugünkü bayramlarla kıyaslanamayacak şekilde bir çoşku hakimdi . İşte tam bu esnada; “Tutun, yakalayın, kaçırmayın” sesi ile kalabalık bir anda başka bir moda geçmişti. Gerçekten de kaçırmamışlar, yakalamışlardı. Ancak yakalanan yankesici ya da kapkaççı değildi. Yakalanan yirmi-yirmibeş yaşlarında bir gençti. Yakalanma sebebi ise uzun favorileri idi. 70’li yıllar Türkiye’sinde  Uzun favori modaydı, sadece Türkiye’de değil aslına bakarsanız bu bir akımdı ve dünyada da modaydı. Ancak Kahramanmaraş henüz bu modadan habersizdi. İşin diğer ilginç yanı ise uzun favori hem sol hem de sağ görüşlü gençler arasında modaydı. Ne mi oldu? Yakalanan gencin favorisini makul ve makbul olan yere kadar kestiler, biraz da tartakladıktan ve kulağı çekildikten sonra bıraktılar. O yıllarda güzel  şehrimin güzel insanları biraz çabuk gaza geliyordu galiba. Acaba aynı şey şimdi olsa nasıl bir reaksiyon olur dersiniz?   Gelelim diğer anıma: Rahmetli babamın memuriyeti nedeniyle 1972 yılından itibaren Gaziantep’te yaşamaya başlamıştım. Ta ki 1978 yılının ortalarına kadar. O tarihte Gaziantep sağ-sol kavgasıının en yoğun yaşandığı illerden biri haline gelmişti. Evlatlarını düşünen her baba gibi rahmetli babam da çocuklarını koruma duygusuyla memleketine yani Kahramanmaraş’a tayin istemişti. Gaziantep’ten ayrılmadan evimizin balkonunda rahmetli annemin kış için hazırladığı ipe dizilmiş bamyalar  hırsızlar tarafından çalınmıştı. Bu durumu ilk once fazla yadırgamamıştım. Ta ki Kahramanmaraş’a gelip, rahmetli amcamın Mercimek Tepe’deki evini görene kadar.  Mevsim yaz’dı, evin ne kapısı ne de pencereleri kapalıydı, üstelik her türlü eşya da ortada idi. Bırakın bamya’yı  televizyon, her türlü kap kacak, yatak yorgan bütün eşya orta yerdeydi, garip olan ise bu kadar eşya orta yerdeydi ama ortalıkta hırsız falan yoktu. Işin daha da güzeli kimsenin hırsız diye bir derdi de yoktu. Aradan sadece kırk yıla yakın bir zaman geçti, şimdi ise  apartman ve sitelerin etrafında duvarlar, bu duvarların üstünde telden çitler, girişlere güvenlik kameraları, çelikten kapılar vs. Nereden nereye... Her şey ne kadar çok değişmiş değil mi? Bugünkü yazımı güzel bir sözle bitireyim. “Mutluluk top gibidir, yuvarlandığında arkasından koşar, durduğunda ise tekmeleriz” Nice mutlu günlerde  görüşmek üzere...