Birkaç ay önce sosyal medya da Mehmet Bağrıaçık ağabeyimiz zannederim kendi yazdığı bir hikâyeyi paylaşmış, okuyanlarda benim gibi gülmüşlerdi.
Anlattığına göre, şu virüsün başladığı ve evde 65 yaş ve üzerine yasakların devam ettiği günlerde kapı çalınır, içeri giren piri fani birisi onu ziyaret etmek istediğini söyler, Mehmet Bey gelenin haşmetli duruşu karşısında irkilir, onu Azrail(as) zanneder ve ayaklarının bağı çözülür.
Hikâye uzun, öncesi ve sonrası da var, tam anlatamamış da olabilirim, kendisi bizi bağışlasın ancak ölüm ile bu kadar yakınlaşması ve duygularını bu bağlamda dile getirmesi karşısında onu içimden tebrik etmiştim. Çünkü bir insan ölümü hiçbir zaman aklından çıkartmamalı.
Bayramda da eş dost ziyareti yapmadık, çünkü bu virüs bayramımızı da elimizden aldı ve almaya da devam edeceğe benziyor. Nitekim DSÖ, bu etkinin daha onlarca yıl devam edeceğini belirtiyor. Bu örgütün kimlerin kontrolünde olduğunu biliyorum ama inanmamak da olmuyor. Neyse, o konuda da düşüncelerimizi bir gün paylaşırız inşallah!
Evet bugün konumuz Azrail’in bizleri ne zaman ziyaret edeceği olsun.
ANİDEN GELİRSE
Azrail bir melek, elbette o da Cenab-ı Allah’ın vereceği görev için bir gün kapımızı çalacaktır. Nitekim bayramın ilk ve ikinci günleri sosyal medya dan takip ettiğimiz kadarı ile ilimizde vefat edenler oldu. Demek ki Azrail bayram, seyran dinlemiyor.
Geçtiğimiz günlerde Mesnevi’de okumuştum. O hikâye beni etkilemişti, kısaca paylaşım istedim: “Adamın biri Süleyman(as) sabah vakti gelir, erkenden imdat bana yardım et der. Sonrasında Azrail’i gördüğünü, çok korktuğunu, kendisini rüzgâr Hindistan’da bir adaya göndermesini, Azrail’in kendisini bulmasının mümkün olmamasını diler.
Süleyman peygamber Allah’ın izni ile adamın bu dileğini yerine getirir. Birazdan Azrail(as) geldiğinde ona adamı niye korkuttuğunu sorar. O da haberi olmadığını belirterek ama der o adam buralarda ne geziyor şaştım! Çünkü ben onun canını bugün Hindistan’da alacaktım deyince mesele anlaşılır.
Bilmem anlatabildim mi?
Gökyüzünde de olsak, yerin altında da hatta şu Yeni Dünya Düzencilerinin hazırladığı demirden mağaralarda da otursak, o bizi gelip bulacaktır…
ÖLÜMDEN KORKMAK NİYE Kİ?
Evet, aslında sınava giren öğrenciler bilir, sınavın bitiş zili çaldığında ferahlarlar, çünkü sınavın ağırlığı, stresi bitmiştir.
İnsanoğlu da öldüğünde tıpkı bunun gibi dünya sınavı bitecek ve rahatlayacaktır. Evlat, eş, iş sorumluluğu bitecek, elektrik-su, vergi kalkacak.
Sonra en sevdiklerimizin yanına gideceğiz, bu durum insanı korkutmamalı. Nitekim Mevlâna Hazretleri gibi büyük insanlar, ölüm günlerini bayram günü olarak ilan etmişler. Aşık, Maşukuna kavuşunca bayram eder değil mi? Ama getir o aşığı diyeceksiniz…
Bayramdan bir gün önce Pazar da bir kardeşimiz aldıkça alıyor, bir yandan da kendi kendine diyor ki, gözümüz doymuyor, her şeyi bilmemize rağmen yine de yanlış da devam ediyoruz. İlginç değil mi?
İşte insan böyle bir varlık, yanlışı görür, bilir ama yine yapmaya devam eder. Oysa yanlıştan vazgeçmesi, ölümü hatırlaması, Azrail’in kapı da beklediği bilinci ile hareket etmesi gerekmiyor mu?
Rahmetli Erdem Beyazıt’a kulak verelim: “Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm. Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm” demiş.
Evet, her canlı ölümü tadacak, bundan kaçış yok.
Peygamberimiz “ağzınızın tadını kaçıran ölümü sıkça anınız” der. Biz ölümü fazla hatırlamak istemiyoruz. Bunun tabi sonucu olarak “cennet” ve “cehennem” pek de aklımıza gelmiyor. Oysa ölüm bizi beklemediğimiz bir anda yakalayacak. Herkes ölecek yaştadır.
En iyisi ölmeden, ölebilmek, hazırlıklı olmak…
Kalın sağlıcakla.