Kahramanmaraş Tarih, Kültür ve Turizm Platformunun bu hafta ki Kıraathane konuğunun konuşmacısı Eğitimci Yazar İbrahim Gülsu kardeşim oldu. Gülsu, Hoca Ahmet Yesevi’nin hayatını ve eserlerini anlattıktan sonra, günümüz gençliğinin Yesevi ile yeniden buluşması gerektiğini belirterek, kaybolan bir nesilden bahsetti. Dünyanın yeniden barışa, huzura ihtiyacı olduğunu, gençliğin  Yesevi Ruhu ile dirilmesi gerektiğini belirten konuşmacı, Türklerin İslam’ın bayraktarlığını yapmış bir millet olduğunu hatırlatarak, yeryüzüne yıllarca adalet dağıtan bu asil milletin torunlarının yeniden  tarih sahnesine çıkap, Büyük Türkiye’yi lider yapması  gerektiğini söyledi. Peki Yesevi kimdir? Kısaca aldığım notları da aktarıp, sonra şu kaybolan nesil üzerinde durayım:   “Ünlü bir Türk şair ve mutasavvıf olan Ahmet Yesevi 1103 ve 1165 yılları arasında yaşamış. Günümüzde Kazakistan’daki Çimkent adıyla anılan kentin doğusunda bulunan Sayram isimli kasabada doğmuş. İlk büyük Türk mutasavvıflarından ve Yunus Emre’den önce yetişmiş nadir mutasavvıflardandır. Kendisi Türk-İslam değerlerini sentezleyerek tasavvufi bir biçimde insanlara sunmuştur. Bu özelliğiyle Orta Asya Türklerinin İslam yoluna girmelerine katkısı olmuş.   TÜRKÇE’YE ÖNEM VERMİŞTİR Kendi adını taşıyan Yesevi yolunun öncüsü olan mutasavvıfın Osmanlı İmparatorluğu üzerinde de çok mühim etkileri var olmuş. Yasi şehrinde sufi öğretmenliği yapan Arslan Baba’dan etkilendiği biliniyor. Arslan Baba’nın vefaati akabininde Buhara kentine yerleşerek Yusuf Hemedani ile birlikte eğitimini 1140 yılına kadar sürdürdü. “Ehl-i Beyt”e duyulan sevgi ve o yoldaki tasavvuf üzerine öğretisini inşaa etmiş. Başlarda Maveraünnehir, Taşkent ve Batı Türkistan’da daha çok etkisini gösteren tarikat zamanla İran, Horasan ve Azerbaycan’daki Türklerce de benimsenmiş. Onüçüncü yüzyılda Anadolu da etkisini göstermeye başlayan tarikat Balkanlar’a kadar yayılmış. Ahmed Yesevi’nin geleneğe aykırı bir biçimde öğretisini Arapça veya Farsça ile değil Türkçe ile anlatması öğretisinin bu denli etkili olmasında büyük rol oynamış. Bir kısmı dörtlük ve hece ölçüsüyle, bir kısmı beyit ve aruz ölçüsüyle yazılan şiirlerine “Hikmet” denmektedir. Bu hikmetler yesevi dervişlerince yazıya dökülüp bir araya getirilmiş ve Divan-ı Hikmet adındaki kitap oluşmuş. Akaid adındaki eserde ise islam esaslarından bahsedilmektedir.  Kendisini anlamak açısından birde dörtlüğünü aktarayım; “Zikrederek, şükrederek Hakk'ı buldum Âşık olup, kınanarak candan geçtim Ondan sonra "teklik" içkisinden bir damla tatdım. Peygamber'e yoldaş olup yer altına girdim işte.” Gelelim esas meseleye.   YESEVİ AKSİYON İNSANIYDI Bin yıl önce yaşamış bu bilgi kişinin bir aksiyon insanı olduğunu biliyoruz. Anadolu’nun hatta, tüm Osmanlı coğrafyasında O’nun İslam’a Türklüğe yaptığı katkıyı da yukarda anlattık. O, yetiştirdiği talebelerini yeryüzünün her yerine göndermiş, oralarda önce gönüller  sonra topraklar feth edilmiş. Böylece Büyük Osmanlı İmparatorluğu üç kıtada hakim güç olmuştur. Ancak, Osmanlı coğrafyası bugünlerde kan ve gözyaşı içinde ve yeniden huzurlu yaşadığı bin yılın özlemini yaşıyor. Evet, bir nesli kaybettik. Bu kaybettiğimiz nesil, Alperenlerdi ki onlar hem ‘Alp’ hem de ‘Eren’di. Onların yüce bir ülküsü vardı. Düşünün hele… Ahmet Yesevilerin yolunda yürüyen milletimiz tarihe yön verirken, Gülsu hocamın ifadesi ile o nesli kaybedince, hastaneler, hapishaneler ve adliyeler dolmaya başladı, boşanmalar arttı… Doğru demek ki, artık yeni Hoca Ahmet Yesevi’ler yetiştirilmeli. Tarihimizle barışmalı, titreyip kendimize dönmeliyiz… Peki kalın sağlıcakla.